.
 
  ANA SAYFA
  HAYATI
  VIRAN KULE-HE WHO WHİSPERS
  CARTER DICKSON-JOHN DICKSON CARR'IN TURKCEYE CEVRILMIS YAPITLARININ LISTESI
  J.D.CARR'IN TURKCE'YE CEVRILMEMIS KITAPLARI
  THE LOCKED ROOM
  JOHN DICKSON CARR’IN ESERLERI VE ESERLERINDEKI DEDEKTIFLER
  ESERLERININ KRONOLOJISI
  DR.FELL UZERINE
  POLISIYE TURLER VE YAZARLARI
  TV'DE POLISIYE GUNLUGU
  Edward Morston'un Follow That Carr-And Step On İt
  Colonel March of Scotland Yard
  KARANLIKTA AYAK SESLERI-IT WALKS BY NIGHT
  POLISIYE TARIHI
  POLISIYE KITAP KATALOGU
  POLISIYE UZERINE KITAPLAR
  CARR ÜZERİNE-İMKANSIZIN SANATI-KİNGSLEY AMİS
  CARR'IN TURKCE'YE CEVRILMIS KITAPLARINDAKI OLAY YERI CIZIMLERI
  DR.FELL'IN KILITLI ODALAR HAKKINDAKI KONUSMASI
  JOHN DICKSON CARR'IN MAKALELERI
  UC TABUT KITABINA AIT CIZIMLER
  Mysteries: Rules of the Genre By Kay House
  JOHN DICKSON CARR ONE HUNDRED YEARS ON by Nicholas Fuller
  THE GRANDEST GAME İN THE WORLD
  CARTER DICKSON-JOHN DICKSON CARR'IN TURKCEYE CEVRILMIS YAPITLARI HAKKINDA-OZETLER-ELESTIRILER
  CARTER DICKSON'DAN OYKULER
  JOHN DıCKSON CARR'IN BEGENDIGI HIKAYE VE ROMANLAR
  THE BURNİNG COURT-DOKUZ DÜĞÜMLÜ İP KİTABININ RESİMLİ ROMANI
  CARTER DICKSON-JOHN DICKSON CARR UZERINE KITAPLAR
  CARTER DICKSON-JOHN DICKSON CARR VE KITAPLARIYLA ILGILI YABANCILARIN GORUSLERI
  CARTER DICKSON-JOHN DICKSON CARR VE KITAPLARIYLA ILGİLİ GORUSLER
  OYKULERININ BULUNDUGU KITAPLAR VE OYKULERİNİN LİSTESİ
  KILITLI ODA CINAYETLERINI KONU ALAN KITAPLAR VE YAZARLARI
  SATILIK YA DA DEGISTIRILMEK ISTENEN POLISIYE KITAPLAR
  İletişim
  Ziyaretçi defteri
  ONEMLI LINKLER
  CARTER DICKSON-JOHN DICKSON CARR ILE ILGILI SITE ADRESLERI
  THE SHADOW OF THE GOAT
  CARTER DİCKSON-JOHN DİCKSON CARR'IN FİLME ÇEKİLMİŞ YAPITLARI
  JOHN DICKSON CARR'IN ARTHUR CONAN DOYLE BIYOGRAFISI
  HABERLER
  RESIMLER
  YENI CIKAN POLISIYELER
  CARR'IN TURKCE'YE CEVRILMEMIS KITAPLARINDAKI OLAY YERI CIZIMLERI
  Raymond Chandler, "The Simple Art of Murder"(1950)
  CARR-CHRISTIE ILISKISI
  ÜC TABUT KITABININ GECTIGI YERLER
  JOHN DİCKSON CARR_RAYMOND CHANDLER İLİŞKİSİ
  KARANLIKLARIN KADINI-ENGİN ARDIÇ
  DOKUZ DUĞUMLU IP NASIL YAZILDI?
  İnsanlar Neden Dedektif Romanları Okurlar?
  John Dickson Carr'ın With Cold And Lugar Yazısı
  Polisiye Kitaplar,Konuları ve Eleştiriler
  JOHN DİCKSON CARR İLE İLGİLİ İNTERNET SİTELERİ
CARTER DICKSON'DAN OYKULER

DİĞER CELLAT-OTHER HANGMAN

Pennsylvania'da suçluları asmanın yerine niye elektrik akımıyla öldürürler? dedi yaşlı arkadaşım Hakim Murchison(ayağıyla tükürük hokkasını becerikli bir şekilde kapatarak) Bu yeni hukuk mektepleri size ne öğretiyor? Çünkü,evlat bir cinayet işlenmişti.Olay,son karar verilmesi için Yüksek Mahkeme hakimlerinin önüne gitti.Bu konuda karar vermek onları çok zorladı ve bu olay,otuz yıl boyunca,buradan Pasifiğe kadar bütün salonların arka odalarındaki avukatlar tarafından tartışılan bir olay oldu. Olay,tam burada,bu ilçede,Randall Fraser'in cinayetinden dolayı Fred Joliffe'yi astıkları zaman oldu
92 ya da 93’ün içindeydi sanırım.Mahkeme binasına ilk telefonun konduğu yıldı ve teller koptuğu zaman ancak Pittsburgh’a kadar uzaktakilerle konuşabilirdiniz.Kasabamız ilçedeki en büyük kasaba olduğu için gurur duyuyorduk (Nüfusu 3,500 idi). Kasabanın ileri gelenleri her zaman,kasabamızın gelişmesi ve büyümesiyle böbürleniyordu ve biz her on yılda bir yapılan nüfus sayımında nüfus kaydı yapanların bizim nüfusumuzun yarısını unutmuş olduklarını düşünürdük.O zaman Bugle Gazett’in sahibi olan ihtiyar Mark Sturgis bastığı almanaktaki bir makalede bizim, sadece 3,263 bir nüfusumuz olduğunu söylediğinde ona çok kızmıştık
Biz,ayrıca, diğer birçok şeyimizle de gurur duyardık.İlçemizin en iyi oteli olan McClellan House böbürlenmemiz için iyi sebebti Ve ben, haftada iki kere odanda ya da pansiyonda sabahları elmalı turtayla kahvaltı yaptığın zamanları hatırlarım.Biz,1775'te Braddock'un ordusundakilerin kızılderililer tarafından kafa derisini yüzüldüğü zamanda, ahşap kulübelerinde onların yaralarını sarmak için dağlardan gelen,ilçemizin eski aileleriyle gurur duyduk.Ama biz hepsinden çok bizim yasalarımızdan dolayı gururlu olduk.
Evlat,muhteşem bir topluluktuk! Dikkat et, ben, onların hepsinin,"Blackstone's Commentaries" ve "Greenleaf on Evidence" gibi kanun kitapları hakkında çok bilgilerinin olduğunu söyleyemem.Ama onlar,güçlü kanıtın ne olduğunu bilirlerdi ve güçlü konuşmacılardı.Bazıları vardı ki ,en üst-düzeyde idiler,kitabi bilgileri fazlaydı ve saygındılar ama kanun kitabına göre cehennemliktiler. İskoç-İrlandalı Presbiteryen kilise üyeleri dahil hepimiz,güzel bir tartışmayı ve bir şişe viskiyi severdik.Ve bölgemizde, davalarını çoğunlukla kaybetmesine rağmen,jüriye dokunaklı nutuklar çeken,güzel elleri olan,yüksek bir yaka takan,Charley Connell isimli Harvard mezunu bir avukat vardı.İnsanlar onun konuşmalarını duymak için millerce öteden buraya akın ederdi.Bir de Abe Lincoln'a benzemekten gurur duyan, her zaman, bir frak ve zarif bir şapka giyen,Yargıç Hunt vardı.Ve tabi bunlardan başka kütüphanesinde iki yüzden fazla kitabı bulunan büyükbaban vardı.İnsanlar, ansiklopedi ödünç almak için geceleri bile ona giderlerdi
Sen, caddenin üstündeki,etrafı çiçeklerle çevrili, hapishanenin bitişiğindeki büyük taş mahkeme binasını biliyorsun? İnsanların,şimdilerde oraya bir resim sergisine gider gibi gitmeleri çok iyi.Şey,oradan,sadece iki dakika yürüyerek otlağın karşısındaki Jim Riley'in salonuna varırsınız.Bütün kanun adamları,orada toplanır — tabii,duvarda George Washington'un bir resmi ve Jim'in,yaptırtmaktan her zaman gurur duyduğunu söylediği zarif bir pirinç tükürük hokkası bulunan arka odada.Otlağın üzerine bina inşa edilmeden önce,karşıda boylu boyunca uzanan patika yolu görebilirdin.Kuru kalabalığı saymazsan,iri yarı ve yakışıklı,yaptığı işe karışılmasına kızan, şerif Bob Moran vardı.Ve içmeye başlamadan önce doktorluk yapan,muhteşem,sessiz, kırmızımsı-gözlü bir kişi olan, zavallı,yaşlı Nabors vardı.Her zaman parasızdı.Onun biri veremli iki kızı vardı, Jim Riley, ona o kadar acırdı ki hiçbir şey içmek istemese bile ona herşeyi verirdi O günler o kadar güzel ve mutlu günlerdiki karılarımız gelip bizi eve götürünceye kadar,arka odada,akıl ve teorinin gücüyle milletin sorunlarını çözerdik. 
Sonra Randall Fraser öldürüldü ve sorunlar başladı.(kıyamet koptu).
Şimdi, eğer onu Fred Joliffe’den başka herhangi birisi öldürmüş olsaydı, doğal olarak, onu suçlu bulmayacaktık.Evlat,sen küçük dahi olsa bir gurubun olmadan hiç birşey yapamazsın Gücün, adaletin büyüklüğü hakkında nutuk atmak kolaydır. Ama,birilerini yıllar boyunca hergün bu caddelerde yürüyerek işine gittiğini görmek,onun çocuklarının doğduğunu hatırlamak,ölen birinin arkasından ağlamasını izlemek.Ve az da olsa biraz paraya ihtiyaç duyduğun zaman sana o parayı nasıl ödünç verdiğini anımsamak..Şey..Şafak sökerken,ayazda o kişiyi dışarı çıkarıp, ölüne kadar boynundan asılı olarak bırakacağını hiç düşünemezsin. Sonra bakışları gözlerinin önünden hiç gitmez..Yaptıklarını düşünmeksizin ona özürler bulursun.
Ama Fred Joliffe farklıydı. Fred Joliffe, bizim şimdiye kadar gördüğümüzün en kötüsüydü. Randall Fraser'den başka ona olumlu bakan yoktu.Şimdiye kadar hiç bir mokasen yılanının, düz bir taşta kıvrıldığını gördün mü? Bir mokasen yılanının bir çıngıraklı yılandan daha kötü olduğunu biliyor musunuz? —eğer sen,saldırıp onu kışkırtmazsan o da sana saldırmaz. Fred Joliffe de aynı mokasen yılanı gibi kahverengimsi renkliydi ve kaypak hareketleri vardı.Onun at arabası,hergün şehri boydan boya dolaşırdı — bir çeşit paçavra ve kemik işi yapardı biliyorsun — Arabanın üstünde otururken onu görecektin, kahverengi paltosuyla sıska küçük bir adamdı, dedikodu yapacak birşey bulmak için sinsi sinsi etrafı dikizlerdi ve sırıtırdı.
İnsanlar arkalarından söyledikleri önemli şeyler değildi.Dövmeye değmeyecek kadar küçük olduğuna güvenerek söylediklerini onların yüzlerine karşı da söylerdi..Kurnazdı.Olaylara sebep olan mektupları onun yazdığına inanılırdı..Fakat bunu boş ver. Neyse,bir keresinde Will Farmer onun bu sırıtmasına çok kızmıştı ve bu olay Will’in yaşamına büyük bir darbe vurdu.Bir ay sonra bir geceyarısı Will’in on bir at barındıran ahırı yakıldı.Ama kimin yaktığı şimdiye kadar hiçbir şekilde kanıtlanamadı.
Bana Fred Joliffe'nin tek ortağını var mı söyle —arkadaşı demek istemiyorum.Randall Fraser'in, pazar caddesinde, pencerede büyük bir yapma at bulunan, tozlu bir koşum ve eyer deposu vardı.Sanırım Randall'ın dünyada sevdiği tek şey gaddarca bakan cam gözlü benekli yapma attı.Onun yelesinin, tarardı.Randall, gür bıyıklı,kravatında bir at nalı iğne bulunan,şık-ütülenmiş giysili iri bir adamdı.Çok nazikti ve günaha inanırdı.Üçkağıt veya dolandırıcılığın şimdiye kadar duyduğu en kötü şey olduğunu düşünürdü.Ama kadınların çoğu onu beğenirlerdi.Kadınların koşum deposunun arka kapısından içeri girmelerini uygun bulmazdı. Randall, berber dükkanında onların ne kadar aptal olduğunu ve bu işi yapmanın erkekçe birşey olduğunu anlatmak için can atardı. Ama dikkatli olmak zorundaydı. O ve Fred Joliffe,çoğunlukla birlikte içerlerdi .
Sonra o olay oldu. Ekim'deydi sanırım.Ben,olayı ofisime henüz girip şapkamı asarken duydum.O zaman kasaba polisi Yaşlı Withers’di.O gün,hiç gereği yokken sabah erkenden kalkmıştı.Tahminen saat beş civarında,sisli havada, Market Street’ten aşağı doğru giderken,Randall'ın deposunun arka odasında gaz lambasının hala yandığını gördü.Ön kapı, tamamen açıktı. Withers içeri girdi ve Randall'ı bir köşesi keskin bir tokmakla yüzü ve alnı yamyassı edilmiş bir halde,üzerinde bir gömlekle, bir koşum yığını üstünde yatıyor olarak buldu, Yüzünün sol yanının çoğu yoktu.Onu ancak bıyığı ve at nalı iğnesinden tanıyabildiler.
Ofisimde otururken birisinin,caddeden yukarısına doğru koşarken bağırdığını duydum.Fred Joliffe'yi bir un değirmeninde,cebinde Randall Fraser'den alınmış ve içilerek bitirilmiş boş bir viski şişesiyle,elleri kanlı,sarhoş ve uyur halde bulduklarını söyleyordu.Daha önce size bahsettiğim Şerif Bob Moran,onu alıp hapishaneye götürdüğü zaman o,hala körkütük sarhoştu,yürüyemiyordu ve nereye gittiğini bilmiyordu.Bob,onu hapishaneye kendi hurdacı arabası ile götürmek zorunda kaldı.Onları yağmur altında Market Street’den yukarı doğru at arabasında giderlerken gördüm, Fred,at arabasının arkasında,her tarafı beyaz unla kaplı,yuvarlanıyor ve herşeye lanet okuyordu. İnsanlar,çok sakindiler,memnundular ama bunu belli etmiyorlardı
Yanmış olan kiralık ahırının sahibi Will Farmer’dan başka herkes tabiki..
"Şimdi, onu asacaklar", dedi Will,"Tanrının izniyle onlar şimdi,onu asacak".
Gülünç bir durumdu evlat, ben, Yargıç Hunt’ın duruşmadan sonra telaffuz ettiği cümleyi işitene kadar durumun güçlüğünü fark edememiştim.Frerd'i benim savunmam kararlaştırdı,.Çünkü ben,hiç deneyimi olmayan bir gençtim ve birisi,bu işi yapmak zorundaydı.Fred'le konuşma fırsatı bulamadan önce,aleyhindeki deliller bütün şehre yayılmıştı.Bunun sebebini anlayabilirsin. Caddenin karşısında yaşayan bir bıçak-makas-bileyicisi (şimdi onun ismini hatırlamıyorum.), saat on bir civarında Fred'i Randall'ın yerine girerken görmüştü. Deponun üzerinde oturan yaşlı çift,onu aşağıda içerken ve avazı çıktığı kadar bağırırken görmüşlerdi.Onlar gece yarısına yakın,birilerinin dövüştüğünü ve birisi düştüğünde çıkan gürültüye benzer sesler duymuşlardı.Ama hiçbir şeye karışmamanın daha iyi olacağını düşünmüşlerdi.En son olarak ,gece yarısı,arabalarıyla kasabadan evlerine dönen bir çift çiftçi, Fred’i, kapının önünde, delirmiş gibi gibi paltosuna ellerini silip,elbiselerine vururken tökezleyerek düştüğünü görmüşlerdi
Hapishaneye Fred'i görmeye gittim.Çok sarsılmasına rağmen, ayıkmıştı.Soluk gözleri,hiç olmadığı kadar kötü bakıyordu.Hücresinde ranzada otururmuş,boynunu bükmüş,kahverengi kağıt bir sigarayı içine çekerkenki hali hala gözlerimin önünde.Bu hali bende gülme hissi uyandırmıştı.Benim,onun anlattıklarını gidip yargıca söyleyeceğimi zannettiğinden bana herhangi bir şeyi anlatmaya niyeti yoktu.
"Beni asın"? diyordu burnunu çekerek ve tekrar gülüyordu. "Asın beni? Bundan endişe etmiyor musunuz bayım.Onlar,beni asla asamazlar.Çünkü onlar benden çok korkarlar. Bu sebebten de bunu yapamazlar bayım?"
Ve zavallı,kararı duyana kadar ne olduğunu anlayamadı.Yargıcı ilk adıyla çağırarak ve herkesi onların hakkında ne bildiğini söylemekle tehdit ederek, bazı garip hareketler yaparak, mahkeme içinde kurumla oradan oraya yürüyordu.Şık görünmek için satın aldığı yeni bir kumaş gömlek giymişti.
Herkesin,onu bu kadar sakin bir şekilde seyrettiğini görünce şaşırdım. Duruşmaya gelen insanlar,ne birbirini dürttüler ne de fısıldadılar.Yalnız,sessizce oturdular ve onu izlediler. Onların nefes alıp verişlerini işitebilirdin.
Mahkeme salonları eğlencelidir,evlat.Oranın,rahatsız etmeyecek kendine özgü bir kokusu vardır,Duvarları çatlamış,yerleri aşınmıştır.
Büyük salonda Charley Connell'in ince sesiyle yaptığı konuşma ve ayak sesleri duyulmaktadır.Dinleyicilerin öksürükleri,kadınların elbiselerinin hışırtısı ve gaz lambalarının çıkardığı ıslık gibi sesler işitilmektedir.Hava yağmurlu ve karanlık olduğundan öğleden sonra saat ikiden itibaren gaz lambalarını yakmışlardı.
Benim, yapabildiğim tek savunma, Fred'in, fazla sarhoş olduğu, o geceden hiçbir şeyi hatırlamadığı bu nedenle yaptıklarından dolayı sorumlu olamayacağı idi.Ama kanuna gore böyle bir savunma olamazdı.Kendi sesimi tanıyamıyordum.Jürinin altısının favorili,altısının favorisiz olduğunu hatırlıyorum.Yargıç Hunt,şimdiye kadar olduğundan daha fazla Abe Lincoln gibi görünüyordu.Başının arkasındaki duvarın yukarısında sallanan bir bayrak vardı.Hatta bu Fred Joliffe'nin dikkatini çekti.Huzursuzlandı.Etraftaki halka bakmaya başladı.Sonra jüriye doğru döndü ve çığlık çığlığa: "Bir şeyi söyle, cantcha? Bir şeyi yap, cantcha?"
Onlar da yapacaklarını yaptılar !!
Jürinin başkanı "Birinci derecede cinayetten suçlu"dediği zaman,sadece dinleyicilerden biraz gürültü çıktı.Ne bir alkış veya ne de başka herhangi bir şey,oldu.Yalnız bir kez nefes verir gibi ıslıklandı.Ama onu duymak korkunçtu.Yargıç Hunt kararın yarısına okuyuncaya kadar Fred aldırış etmedi. Yargıç Hunt "Ve Tanrı,merhametini üzerinden eksik etmesin." diyene kadar Fred, etrafına vahşi bakışlar atarak oturdu.Sonra,şaka olmadığı belli bir şekilde,yalvarır gibi patladı. "Şimdi beni dinle,bana bu cezayı veremezsiniz,yapmazsınız? Beni kandıramazsınız. Sen,yalnızca Jerry Hunt'sın. Ben, senin kim olduğunu biliyorum.Bana bunu yapamazsın." Aniden, masayı yumruklamaya ve haykırmayı başladı, "Siz gerçekten, beni asmayacaksınız,değil mi"?
Ama biz onu asacaktık !!
İnfaz tarihi, Kasım'ın on ikinci günü olarak tespit edildi.Karar imza altına alındı."Frederick Joliffe,adı geçen kasaba hapishanesinin sınırları içinde,sabah saat sekiz ile dokuz saatleri arasında,asılarak idam edilecektir.Bu maksatla şerif tarafından bir cellat görevlendirilecek,infazda ve defnedilirken bir doktor orada hazır bulundurulacaktır "Herkes, sinirliydi.Uzun zamandan beri bir idam olmamıştı ve hiçkimse bir sorun çıkmadan bu işin nasıl tamamlanacağını bilmiyordu. Savcı olarak yaşlı Doc Macdonald, orada olacaktı,Tabiki, muhterem vaiz Phelps ve son kahvaltı için sosis ve gözleme yapacak olan Bob Moran'ın karısı da idamda hazır bulunacaklardı.
Belki, aptalca bir fikir olduğunu düşünebilirsin.Bütün yaşamını bildiğin birisinin,sabah ayazında kollarını arkadan bağlamak ve bir iple boynunu kırmak sonra onu orada bırakarak geri dönmek; bütünüyle dini veya yasal da olsa istenecek birşey değil.Sonra sen yaşamın ve ölümün güçlerinden korkmaya başlarsın,Arada ince bir çizgi vardır.
Bob Moran,işlerin yolunda gitmeyeceğinden korkuyordu. Cellat olarak şişman, yavaş-hareketli, çakırkeyf Ed Nabors kararlaştırılmıştı.Ed Nabors'un, elli dolara ihtiyacı vardı,Bob'un, sağlıkla ilgisi olmayan bir adamın,bu işi daha iyi yapabileceği konusunda belirsiz bir fikri vardı. Ed, ayık olacağına yemin etmişti. Bob Moran, ayık olmaz ise ona 10 sent bile vermeyeceğini söyledi.
Nabors, ciddi görüyordu.Büyükbabandan ödünç aldığı eski bir kitapta bilimsel asılmanın nasıl yapılacağını okumuştu.O ve marangoz, hapishanenın avlusunda büyük,salllanır gibi duran baştan savma ,garip bir alet yapmışlardı..Yiyecek torbalarıyla denemede iyi çalıştı.Alta açılan kapak kalp hoplatan bir gürültü ile düştü. Ama bir keresinde ipi o kadar fazla gerdilerki torba yırtıldı.Sonra yaşlı Doc Macdonald,darağacını İngiltere'de John Lee civarında yaptırdı ve geri kalan kısımlarını da Bob Moran'ı bitirdi.
İnfazdan önceki gecenin ilerlemiş saatleriydi.Biz, Bob'un ofisinde lambanın etrafında oturmuş poker oynuyorduk.Atlamak için ipler,topaçlar,çeşit çeşit oyuncaklar ofisin her yerine saçılmışlardı.Bob, orada çocukların oyun oymasına izin veriyordu.Kapının dışanda,sonunda Fred Joliffe'nin kaldığı hücrenin olduğu bir koridor vardı.Tabii,birkaç mahkum,tavuk-hırsızı, yukarıya taşınmıştı.Birisi, vahşi hayvanların kafesindeki gibi bu infazın onları etkilediğini Bob'a söylemişti,.Kim söylemişse doğru söylemişti.Biz, bütün gece boyunca onların başımızın üzerinde ayaklarını yere vurduklarını,bir zencinin ilahi söylediğini duyduk.
Çok yağmur yağıyordu.Yağmurun ince çatıda sesleri duyuluyordu.Belki de Doc Macdonald'ın aklına o düşünceyi getiren oydu..Doc,yaşlı bir şeytandı. Bob'un, hala oturmadığını görünce nerdeyse elindeki kartları bakmadan elinden fırlatacaktı.
Doc:"Evet,umarım,işler yolunda gider.Ama yağmura dikkat etmelisiniz.İngiltere'deki bir idamda neler olduğunu okumuşsunuzdur.Yağmur, tahtaları şişirmişti,bundan dolayı alt kapak açılmamıştı.Üç kere açmaya çalıştılar, ama açılmadı.."dedi.
Ed Nabors,sinirlenmişti.Masanın altında ellerini birbirine vurdu.Sanırım kendini kötü hissediyordu.Onun kızlarından biri, kaçıp onu terketmişti,diğeri,veremden ölüyordu.Gözleri kıpkırmızıydı ve göz kapakları seğiriyordu.Masada bir şişe olmasına rağmen iki gündür içmemişti.
"Sus,yoksa seni öldürürüm.Allah seni kahretsin, Macdonald" dedi. Ve masanın kenarını kavradı."Hiçbir şeyin, yanlış gitmeyeceğini sana söyledim.Senin boynuna bir ip takmama izin verirsen ,dışarı çıkıp herşeyi yeniden test edebiliriz."
Ve Bob Moran,"Ne demek istiyorsun.Doc.Hava o kadar kötü değil.dedi."Beni lüzumsuz yere endişelendiriyorsun." "Ona bakmak için biraz önce aşağı gittim ve benim şimdiye kadar Fred Joliffe'den duyduğum en komik şeyi işittim.'' dedi.''O çıldırmış.Kıkırdayarak Tanrının onu asmalarına asla izin vermeyeceğini söylüyor.Fred Joliffe'nin o şekilde konuştuğunu işitmek,korkunçtu.Biriniz saatin kaç olduğunu söyleyebilir mi ?"
O gece hava çok soğuktu.Bir sandalyede uyuyakalmıştım,Yukarıdaki hayvan kafeslerinden gelen ayak sesleri ve yağmur tıpırtlarını dinleyerek kestiriyordum.Renkli oğlan, daha yakındaki akan sular,fırtınanın gelmesi ile ilgili ilahi söylüyordu,.
Sekiz buçukta,Yargıç Hunt ve bütün tanıkların,dışarıda,hapishane avlusunda olduğunu söyleyerek beni uyandırdılar.İdama başlamak için hazırlanmışlardı.O zaman ,onların gerçekten, onu asacak olduğuna kanaat getirdim.İnfaz ekibinin en sonundaydım.Fred Joliffe'nin yüzünü görmedim,görmeyi de istemezdim.Ona iyice yıkanmış,temiz bir gömlek giydirmişlerdi. Hücreden dışarı zorlukla çıkarılmıştı.Gitmemek için direnmişti.Ama Bob Moran ve polis memuru her biri, bir kolunu tutmuşlardı.Soğuk, karanlık ve rüzgarlı bir sabahtı.Onun elleri, arkasından bağlanmışlardı.
Vaiz, benim,duyamadığım bir şeyler söylüyordu. Oldukça büyük olan hapishane avlusunun yarısına gelinceye kadar her şey,yolunda gidiyordu.Ben, ortadaki garip makineye bakmadım. Tanıklar şapkalarını çıkarmış,ötede, duvarın karşısında duruyorlardı.Fred Joliffe,darağacına baktı ve dizlerinin bağı çözüldü.Onu yeniden ayağa kaldırdılar.Ona yürümesini söylediklerini duydum.Ve onu gıcırdayan merdivenlerden yukarı çıkardılar.
Rahatsız edici bazı sesler duyuncaya kadar darağacına bakmadım.O zaman hepimiz, bir şeylerinin yanlış gittiğini anladık.
Fred Joliffe,başında çuval ve bacakları kayışla bağlı olmasına rağmen alttaki kapak açılıp aşağı düşmemişti.
Onun yüzü pembe gökyüzüne doğru çevrilmişti ve gözleri kapalıydı.Ed Nabors, ipi her iki eliyle sıkı sıkı tutuyordu,etrafta döndürüyor,ayaklarıydarağacının alt kapağına vuruyordu. Kapak kıpırdamıyordu.Ed ağlayarak yağmurun tahtaları şişirmiş olduğunu söylüyordu.Önce ben sonra Yargıç Hunt darağacının altına doğru koştuk
.

Bob Moran,ağza alınmayacak küfürler savuruyordu."Onu tekrar dene"dedi.Fred'in kolunu kavradı."Başındaki çuvala dokunma,bir kere daha deneyelim.".
"Onun ismiyle"diye durmadan tekrarlıyordu vaiz " Eğer,yardım edersem,onu yapmayacaksın"
Bob, deli gibi fırladı ve her iki ayağıyla kapağın üzerinde zıpladı. Hızla vurdu.Sonra Bob, etrafta döndü, ve arka cebinden 45 lik bir Ivor Johnson çıkardı.Yargıç Hunt korkudan dudakları titreyen Fred'in önüne geçti.
"O, yasanın koruması altında ve yasanın dışında ona birşey yapılmayacak."dedi Yargıç Hunt. "Silahını yerine koy,Delilik yapma.Herşeyi düzeltene kadar onu hücresine geri götür.Şimdi sorun çıkarma."
Bugün baktığımda,bu sırada Fred Joliffe'nin,ne olduğunu anlamış olduğunu sanmıyorum.Ben,sadece,onların onu asamayacakları konusundaki inancını kuvvetlendirdiğine inanıyorum.O,adımlarını yeniden merdivenlerden aşağı atarken kendine gelerek,gözlerini açtı.Yüzü solmuş ve sersemlemiş gibiydi.Aniden,rengi açıldı
"Ben, bundan dolayı onların beni asla, asmayacaklarını biliyordum.",diyordu. Yargıç Hunt’a tüküremeye çalıştı.Fakat boğazı kurumuş olduğundan, başaramadı.Avlunun karşısında doğru giderken kıkırdıyordu. " Ben, onların beni asla, asmayacaklarını biliyordum "diye tekrarlayıp duruyordu.
Hepimiz, bir dakika oturmak ihtiyacı duyduk. Bizim, çok istemememize rağmen, Bob,acele ettiğinden Ed Nabors'a bir içecek verdi.Mahkeme binası kapıcısının,Bob'un ofisinden koşarak gelirken,tuzağı yeniden ayarlaması bitiriyordu
" Telefonda.sizi çağırıyorlar."dedi.
"Defol Lemme"diye bağırdı Bob. "Şimdi hiç telefonla konuşacak zamanım yok.Yukarı çık, bize yardım et."
"Ama telefon Harrisburg'dan."dedi kapıcı. "Valilikten.Cevap vermelisiniz."
"Burada kal, Bob" dedi Yargıç Hunt. "Burada kal.ben,telefona cevap vereceğim"Bana gidelim diye işaret etti. Biz,Sighs köprüsünün karşısındaki bozuk yolda giderken birbirimize baktık. Mahkeme binasının saati, dokuzu vuruyordu,aşağıdaki avluya baktım,tuzağa çekiçle vuran insanları gördüm. Yargıç Hunt,telefonla konuştuktan sonra,alıcıyı yerine koymakta zorlandı.
"Ben her zaman,kadere inandım."dedi."Ama ben asla,onun gibi birisinde bunun gerçekleşeceğini düşünmedim,Fred Joliffe, masummuş.İdamı iptal etmeliyiz."" Valilikten bir emir geliyor..Bir kadın bir kanıt getirmiş... Neyse, biz, onu az sonra öğreneceğiz."
Şimdi, ben,o zamanki ruhsal durumumuzu tarif edemem.Bundan dolayı sana bizim, sonradan tam olarak neler hissettiğimizi söyleyemem.Hepsinden çok,onların hemen Fred'i dışarı çıkarıp asmış olabilecekleri korkusuyla bizi ateş bastı ve dehşete düştük. Sighs köprüsünden aşağı baktığımız zaman Ed Nabors ve marangozu tuzağın üzerinde tartıştıklarını gördük Kutsal sabah ışıkları bizim, parçalara çirkin garip düzeneğimize vurmaya başlamıştı.
Koridor boştu.Yargıç Hunt,fırladı.Bir yandan yanlış birşey olmamaması için dua ediyordu. Fred Joliffe'nin hücresinin kapısının, açık olduğunu görünce kendine geldi.
"Joliffe,haberi ilk olarak benden duymayı hak etti."diye düşünüyordu Yargıç Hunt.
Ama Fred iyi haberleri asla öğrenemedi.Onun, çok küçük ve hafif olduğu sana söylemiştim. Topukları,yerden 45 cm yukarıda, hücrenin duvarındaki demir bir askıda boynundan asılmış bir vaziyette duruyordu.O,çocukların ip atlamak için kullandıkları bir sicimle asılmıştı.Yüzü morarmıştı.Gözlerinin beyazları görünüyordu.Ayaklarının altında tekmelenmiş bir tabure vardı..
Hayır, oğul, biz, olayın intihar olduğunu düşünmedik.Biraz biz, sersemlemiştik.deliye dönmüştük,doğal olarak.Sabah saat üçte sıkıntıların hakkında düşünmek gibiydi.
Fakat,Fred'in ellerinin hala arkasında bağlı olduğunu görmüştük.Başının arkasında,taburenin yanında duran çekiçle yapıldığı anlaşılan bir şişlik vardı.Birisi,çekiçle,Fred’in arkasından-görmediği yerden- ona yaklaşmış,darbeyi indirip onu bayıltmış ve atlama-ipine sıkı bir düğüm atarak,Fred’i asmak için birden yukarı çekmişti. İşin en tüyler ürpertici yanı ,biz darağacı ile uğraşırken ki kargaşalıkta bunun olmasıydı.Birbirimize yüksek sesle kargaşa esnasında ne olduğunu anlatmaya çalıştık.Hiç kimse,ne olduğunu fark etmemişti. Ben,çok korkmuştum.
Bob'un ofisinde masanın etrafında toplandığımız zaman,Yargıç Hunt,sinirine hakim olarak işleri yürüttü.Bob Moran'a,Ed Nabors'a, Doktor Macdonald'a ve bana baktı.İçimizden birimiz, diğer cellattık.
"İşler kötü,baylar"dedi başlamadan önce sinirli bir şekilde iki kere boğazını temizlemek için öksürerek."Bilmek istediğim şey, bizim darağacında yapmayı tasarladığımız şeyi kimin aynı şekilde düşünerek yapabildiği? "
Sonra sert bir şekilde Doktor Macdonald’a,döndü. "Pekala",dedi, "sen,ilk olarak o atlama-ipinin nereden geldiğini sorabilirsin".
"Seni anlayamıyorum."dedi Bob Moran şaşırmış gibi.
"Oh,anlamıyor musun"dedi Doktor,favorilerini çekiştirerek."Pekala o zaman,bu infazda tuzak çalışmadığı zaman,silahla bu işi yapmayı o kadar isteyen kimdi?"
Bob,birisi midesine vurmuş gibi bir ses çıkardı.Bir an Doktora bakıp kaldı elleri aşağıya sarktı.Sonra, ona doğru gitti. O,masanın arkasındaki Doktora bir kafa attı.Odadakiler bağırdılar. Çok komikti.İdamın, iptal edilmiş olduğu söylemediği için oldukça üzgün olan hapishane marangozu da içerideydi
"Niçin kavga etmek istiyorsun.? dedi üzüntüyle. O, Bob'dan daha iriydi ve doktorun iki katı ağırlıktaydı.. "Bana ne olduğunu neden söylemedin? Onlar,idamın iptal edildiğini söylüyorlar.Bu doğru mu?"
Yargıç Hunt eğildi, ve marangoz Barney Hicks(Hatırlıyorum.o oldukça öfkeli bir şekilde bakıyordu.)
"Pekala,pekala.Kavga etmeye bırakmalısın.". Sonra, Ed Nabors'a baktı."Ben çekicimi istiyorum.Çekicim, nerede,Ed? Her yere baktım. Sen, onunla ne yaptın?"

Ed Nabors,oturdu.,kendine dört parmak çavdar viskisi aldı ve içti.
"Beni affet ,Barney"dedi şimdiye kadar, duyduğum en sakin sesle." Fred Joliffe'yi astığım zaman onu hücresine yeniden bırakmalıydım.".
Sessizlik oldu.Opera binasındaki sihirbaz silahı ateşlediği ve altı güvercin boş bir kutudan dışarı uçtuğu zamanki gibi bir sessizlikti bu.Ben,ona inanamamıştım.Parmaklıklı pencerenin yanında köşede iriyarı, parlak siyah paltosu ile Ed Nabors'un oturup ipi bağlamasını gözümün önüne getirdim.Elleri,dizlerindeydi.Masum masum bakıyordu.Epey içki içtiğinden gözleri seğiriyordu.Sakince oturmuş tütününü sarıyor ve gülümsüyordu.
"Yargıç.Harrisburg'dan valinin seninle görüşmek istediğini duydum.Hı Uh. Ben, onun,seni ne için aradığını anladım.Bir kadın Fred Joliffe'nin masum olduğunu,Randall Fraser'i onun öldürmediğini kanıtlamıştı..Değil mi ?Arayan benim kızımdı.Jessie, burada onu söyleyemezdi.Biliyorsun.O, benim yanımdan bunun için kaçtı ve valiye gitti.Sen, Fred'i suçlu bulmamış olsaydın o bunu yapmayacaktı
"Ama niye?..." diye bağırdı yargıç. "Niye?..."
Ed,yavaşça devam etti.
-Jessie,Randall Fraser'le çok samimi olmuştu,Ve hem Randall hem de Fred,şehrin her yerinde,onun hakkında bazı şeyleri söylemekle onu tehdit ediyorlardı.O,çıldırmak üzereydi,sanırım.Biliyorsun,cinayet gecesi,Fred Joliffe,herhangi bir şeyi hatırlayamayacak kadar çok sarhoştu.O,Randall'ı kendinin öldürmüş olabileceğini sanıyordu.
Sanırım o uyandığı zaman Randall'ı ölü buldu ve ellerinde kan olduğunu gördü. Fred'in, hatırlamadığı şey üçü arka odada iken ne olduğuydu.Onlar,Fred ve Randal bir yandan Jessie'yi tehdit ederlerken,şimdi döğüşüyorlardı.Fred,ona tokmakla o kadar sert vurmuştu ki Randall'ın gözüne kan oturdu. Jessie... Jessie, Fred kaçıp gidince işi bitirdi.Hepsi bu.
Ama, sen, aptalı temizledin."diye bağırdı, Bob Moran.Masayı yumruklamaya başladı. "Jessie suçunu itiraf etmişken sen niye gidip Fred'i öldürmek ihtiyacı duydun?
"Arkadaşların, Jessie'yi suçlu bulmayacaklardı,değil mi?diye devam etti Ed'e bize bakarak."Hayır. Ama, eğer Fred, onun itirafından sonra yaşamış olsaydı,bunu sizde yapmak zorunda kalırdınız çocuklar.
Sanırım,Fred ne olduğunu anladı.O suçlu değildi, Suçlu kızdı.Olayı üst mahkemeye götürünceye kadar senin elinden kurtulmasına imkan olmadığını biliyordu.Onlar ya onu asacaklardı ya da kızı.O zaman duramadım.Dediğim gibi,sarhoş olmama rağmen benim anladığım buydu.İşte böyle."dedi tükürük hokkasına nişan alarak eğildi."Telefona çağrısını duyduğum zaman,Fred'in hücresine gittim ve işimi bitirdim"
"Ama sen, anlamıyor musun"dedi Yargıç Hunt delice bir akıl yürütme ile."Bob Moran, seni cinayetten tutuklamak zorunda ve..."
Sonra bizi korkutan Ed'in ifade verirkenki huzurluluğuydu.O,sandalyesinden kalktı,Parlak siyah paltosunun tozunu aldı ve bize gülümsedi.
"Oh hayır"dedi anlaşılır şekilde."Sizin,anlamadığınız şey.Siz,bana lanet olası şeyi yapamazsınız. Hatta, beni tutuklayamazsınız."
"O,delirdi."dedi Bob Moran
"Ben mi? dedi cana yakın bir şekilde Ed'e . "Beni dinle. Ben,sana, mükemmel bir cinayetin nasıl işleneceğini gösterdim.Çünkü ben,bunu yasaya uygun şekilde yaptım... Yargıç,siz vali ile ne zaman konuştunuz,idamın iptal edilme emrini ne zaman aldınız? Şimdi dikkat edin."
Ve ben,aniden beynimden vurulmuş gibi:
"Herhalde dokuzu beş dakika geçiyordu.Değil mi, Yargıç? Ben, mahkeme binasının saatinin dokuzu vurduğunu hatırlıyorum."
"Ben de,hatırlıyorum"dedi Ed Nabors.Fakat Doktor Macdonald, Fred Joliffe'nin,saat dokuzdan önce öldüğünü sana söyleyebilir.Benim cebimde "paltosunun düğmesini çözerek"Fred Joliffe'yi asarak öldürmem için bana yetki veren bir mahkeme emri, var.-ki benim yaptığım da bu- sabah sekiz ve dokuzun saatlerinin arasında- ki benim yaptığım da bu- Ben,tam yasal bir şekilde onu yaptım, emir, iptal edilmeden önce.Öyle değil mi."dedi.
Yargıç Hunt,silindir şapkasını çıkardı ve bir fularıyla yüzünü sildi. Hepimiz, ona bakıyorduk.
"Sen, bununla kaçıp kurtulamazsın."dedi ve masadan şerifin emrini kaptı. "Bu şekilde yasayla oynayamazsın. Ve sen, bu cümleyi yalnız,bu şekilde uygulayamazsın. Buraya bak! 'Nitelikli tıbbi bir pratisyenin varlığında'. Ya buna ne dersin?"
"Pekala,bende benim tıp diplomamı gösterebilirim.",dedi Ed yeniden eğilerek."Ben,alkolik ve çok güvenilmez biri olabilirim,ama sicilim temiz.... Siz avukatlar yasanın üslubuyla-kelimeleriyle çok ilgilenirsiniz."dedi takdir ederek "Ve bu sefer kelimeler senden yana değil.Sen, kanun adamı olana kadar yasada, bazı süslü sözcükler değişti.O dokümanda doktorun ve cellatın, aynı kişi olamayacağına dair hiçbir şey yok."
Bir anda Bob Moran,yüzünde komik bir ifadeyle yargıcın etrafında döndü.Sırıtıyordu.
"Bu, ahlaki değil"dedi."Fred gibi iyi bir vatandaş,bu şekilde öldürülmemeliydi.Bu korkunç birşey Onun ilgili yapılacak şey.Senin, bu sabah kendinin dediğin gibi,Yargıç.Yasa ona hiçbir şeye yapamaz. Doğru mu Ed.? Yargıç?"
"Açık söylemek gerekirse bilmiyorum."dedi Yargıç Hunt,yeniden yüzünü silerek. "Ama,bildiğim kadarı öyle.Yapacak birşey yok.Sen, neyi yapıyorsun, Robert?"
"Ben, o elli dolar için bir makbuz yazıyorum"dedi Bob Moran şaşırmış gibi"Biz, onu bütünüyle güzel ve yasal bir şekilde yaptık,değil mi"?

SON

KİRALIK DAİRE

JOHN DİCKSON CARR-CARTER DİCKSON

 

ALLAH KAHRETSİN şu radyoyu. Bu gürültüde çalışmaya imkan mı var?

 

Chase, kalemini masaya bırakarak iskemlesine dayandı. Bu durumda değil çalışmak, evinde oturmaya bi­le imkan yoktu. Halbuki çok çalışması lazımdı. Üniversitede kendisine sağlam bir mevki bulması, iyi bir para kazanması için mutlaka üzerinde çalıştığı tezi bitirme­liydi. Eğer tez imtihanını başarıyla kazanırsa derhal profesörlüğe tayin edilecekti.

 

Bir meslektaşı, "Bana kalırsa sen başarırsın bu işi," demişti. "Karşında bir tek rakip var: K.G.Mills ... Yal­nız onun da çok kuvvetli olduğunu söylüyorlar."

 

Demek karşısındaki en korkulacak rakip K.G.Mills adındaki adamdı. Chase onu tanımıyordu; hatta adını bile ilk defa duyuyordu. Yalnız sağdan soldan kulağına çalınanlar Mills'in kuvvetli bir rakip olduğunu göster­mişti.

 

Chase önce radyoyu böylesine çok açanlara, sonra da apartmanda yaşamayı icat edenlere bol bol küfrettik­ten sonra doğruldu. Primrose Hill yakınlarında, bir apartmanın birinci katında oturuyordu. Apartmanın bü­tün daireleri doluydu. Chase'ninki iki odalı küçük bir dal­reydi, Zaten geldiğinden beri memnun değildi bu apart­mandan. Bir defa çok kalabalıktı, sonra duvarlar da pek inceydi. Bitişik dairenin duvarındaki bir saatin tiktaklarını yattığınız yerde rahatça dinliyebilirdiniz.

 Bununla beraber Chase müşkülpesent biri değildi. Kulaklarını tıkıyarak okumaya çalıştı. Hayır, im­kanı yok olmuyordu. Zemin kattaki kiracı radyosunu öyle açmıştı ki, değil kulak tıkamak, yorganın içine girse bu sesi duymamasına imkan yoktu. Nihayet önündeki sayfayı üç defa okuduktan sonra kalkıp alt kattaki kiracıyla konuşmaya karar verdi.

Sırtına bir süveter geçirdikten sonra, terlikle dairesinden çıktı, zemin kata inen merdivenin yolunu tuttu. Koridorlarda kimsecikler yoktu. Zaten bu radyo olmasa apartman büyük bir sessizlik içinde olacağa benziyordu. Zemin katta, kendi dairesinin altına düşen daireyi bulması çok sürmedi. Burada yanyana iki daire vardı. Chase karanlıkta dairelerden birinin kapısına yanaştı. Bir kibrit çakarak kapıdaki etiketi okudu: K.G.Mills!!

Aman Allahım ! ... Böylesine bir tesadüf olur şey değildi. Demek en korkulu rakibi K.G.Mills kendi dairesinin altında oturuyordu. İyi ama radyoyu böylesine çok açmaktan maksadı neydi? Bu adamla gecenin bu saatinde, bu şekilde tanışmak istemedi. Tam geri döneceği sırada, tekrar kararını verdi ve zile dokundu.

- "Evet, evet," diye bir kadın sesi geldi içerden."Bir dakika lütfen."

Sonra kapı açıldı, Chase'nin karşısında yirmi üç yirmi dört yaşlarında, parmakları mürekkep lekeli bir genç kız vardı. Pırıl pırıl mavi gözlü, kumral saçlı bir kızdı bu.

Genç kadın gecenin bu saatinde Chase'yi görünce şaşırmıştı. "Buyurun efendim?" diye kekledi.

- "Ben Bay K. G. Mills'le görüşmek istiyordum," Kız bir an tereddüt etti, sonra gülümsiyerek, -"Bay Mills benim," dedi. "Yani benim adım Kathleen Gerrard Mills'dir. Bu evde otururum. Burada benden başka bu adı taşıyan kimse yoktur. Bilemezsiniz nasıl sıkıldığımı, Bir tez üzerinde çalışıyorum. Fakat şu lanet radyo yok mu?" Tam benim üstümdeki kattan geliyor."

Chase kulaklarına inanamıyordu, "Hanımefendi," Üst kattaki kiracı benim. Size radyoyu bu kadar açmamanızı rica etmek için gelmiştim, Benim radyom yoktur.

- "Fakat benim de radyom yok."

- "Olur şey değil. O halde nereden geliyor bu ses?"

- "İsterseniz beraber araştıralım Bay-"

- "Chase ... Doktor Chase. Üniversite Koleji'nden."

- "Aman Allahım!!"

Bir an, sanki yeni görüşmüş gibi birbirlerini süzdüler. Sonra Bayan Mills usulen, "Nasılsınız Doktor Chase?" diye sordu. "Sizinle tanıştığıma memnun oldum. Doğrusu bu tez meselesi beni çok düşündürüyor. Sizin görüşlerinizde haklı taraflar olduğuna eminim. Her neyse, bir bira içer miydiniz?"

- "İçerim elbette. Ama bu gürültü ... "

- "Sahiden de öyle. Önce bunu halletmeliyiz."

Radyo sesi hiç azalmadan devam ediyordu. Birlikte koridora çıkıp etrafı dinlediler. Ses daha çok bitişikteki 11 numaralı daireden geliyor gibiydi.

Chase, "Her halde buradan geliyor olmalı," dedi.

- "Onu ben de düşündüm. Fakat burası kiralık bir daire. Yani boş. Apartmanın tek kiralık dairesi burası. Diğerleri hep dolu. Eh, bomboş bir yerde radyoyu periler çalacak değil ya!. .. "

- "Ama sesin buradan geldiğine eminim."

- "Size bir sey söyliyeyim mi Doktor Chase, burasının, yani bitişik dairenin tekin olmadığını söylüyorlar."

- "Nelerden bahsediyorsunuz kuzum?"

-"Şaşırmakta haklısınız. Ben de böyle şeylere inanmam. Sadece olanları söylüyorum. İnanın bana şimdiye kadar hiç olmazsa bir düzine insan baktı buraya, hiçbiri de tutmadı. Sebebi nedir anlamadım. Dairenin hiçbir kusuru yok. Apartmandaki diğer yirmi dairenin aynısı ... Ama kulağıma çalındığına göre geceleri burada korkunç bir hayalet dolaşıyormuş.' .

Chase cevap vermedi. 11 numaranın kapısına yaklaşıp içeriyi dinledi. Evet ses oradan geliyordu.

- "Ne yapalım dersiniz Bay Chase?"""

-"Yapacak şey gayet basit. Servis penceresin girip radyoyu kapatacağım. Siz burada bekleyin. Ben bitirdikten sonra bu kapıdan çıkarım."

Çok geçmeden Chase daireye girmişti. Her taraf zifiri karanlıktı. Etraf rutubet ve toz kokuyordu. İçeri doğru yürüdükçe radyo sesi fazlalaşıyor, Chase de böylece gürültünün kaynağına yaklaştığını anlıyordu. Radyo her halde karşı taraftaki oturma odasında olmalıydı. Burası tıpkı kendi dairesine benziyordu. Bu bakımdan yolu bulmakta güçlük çekmiyecekti. Fakat etraf öylesine karanlıktı ki. Ayaklarının altında gıcırdıyan döşemeler ise büsbütün asabını bozuyordu.

El yordamıyla odanın kapısını buldu ve açtı. Aynı anda kendisini bütün şiddetiyle gürültünün içinde buldu. Karşı taraftaki köşede, yerde yeşilimtırak bir ışık vardı. İşte bütün bu gürültülerin kaynağı oydu. Radyo karşıda duruyordu. Hemen gitti, yaklaştı. Küçük bir radyoydu bu; şu elde taşınan cinsten. Bu küçücük radyodan bu kadar sesin nasıl çıktığına şaşmamak mümkün değildi. Chase hiç düşünmeden radyoyu kapadı. Aynı anda etrafa muazzam bir sessizlik çöktü. Ne bir başka ses vardı içeride, ne de bir kimse!... Chase bu defa doğruca apartmanın kapısına yöneldi ve dışarı çıktı.

Kathleen onu kapıda bekliyordu. "Çok geç kaldınız," dedi. "Merak ettim."

- "Nihayet susturduk ya. Küçük bir radyoymuş.İçeride kimse yok. Radyo oturma odasında, yerde duruyordu. Ama kim koymuş, ne için koymuş anlamadım. Çünkü içeride hiç kimse yoktu."

Doktor Chase bunda yanılıyordu.

Çünkü, ertesi sabah binanın dışını tamir eden yapı işçileri 11 numaranın yatak odasında bir ceset gördüler. Oturur vaziyette bir köşeye dayanmıştı. İlk bakışta ölü olduğu anlaşılıyordu. Kısa boylu, tıknaz bir adamdı. İyi bir elbise vardı üstünde. Binanın emlak komisyoncusu olduğunu hemen tanıdılar. Harrow Avenue'de oturan Arnold Wilson'un cesedini muayene eden doktor, çok şiddetli bir korku sonunda geçirdiği şoktan öldüğüne dair rapor verdi. Birkaç gün sonra Arnold Wilson'un cenazesi kaldırılmış bulunuyordu.

Aynı gün Scotland Yard Cinayet Masası Şefi'nin karşısında birkaç kişi toplanmıştı. Cinayet Masası, bu ölüm hadisesi üzerinde ehemmiyetle duruyordu. Çünkü Arnold Wilson sessiz bir insan olarak tanınmıştı. En büyük merakı koleksiyon yapmaktı. Gece vakti boş bir daireye girmesi için hiç sebep yoktu ortada. Bekardı. Kendisine bakan emektar uşağıyla beraber yaşıyordu. Bütün işlerine bu uşak bakardı.

Müfettiş March odaya önce Kathleen ile Chase'yi almıştı. Arnold Wilson'un ölümünün, Kathleen için hususi  bir manası vardı. Çünkü adam Kathleen'in vasisiydi.

Müfettiş March, "Affedersiniz Bayan Mills," dedi.

"Sizi buraya kadar yorduğum için özür dilerim. Bana Arnold Wilson hakkında bildiklerinizi söyler misiniz?"

-"Vallahi. kendisiyle pek samimi değildim. Çünkü çok alay ederdi benimle. Yok erkek arkadaşım yokmuş, yok başımı kitaplardan kaldırmıyormuşum, hiç dinlemezmişim ... Daha neler neler. Hep böyle takıldığı için-"

- "Onu sevmezdiniz değil mi?"

- "Evet, sevmezdim. Zaten sık sık da görüşmezdik. Babamın ölümünden sonra vasi olarak o tayin edilmişti. Malımı, mülkümü o idare etti bugüne kadar."

Müfettiş March, büyük bir ciddiyetle Kathleen'i dinliyordu. Chase onun böylesine açık konuşmasına şaşmıştı.

Kathleen bir an durduktan sonra, "Benim de öğrenmek istediğim bir şey var," dedi. "Adamlarınız iki günden beri bizi durmadan sorguya çekiyorlar. Fakat cevap verilmesi gereken sualler ortada duruyor. bunlara siz cevap verebilir misiniz Bay March " .

- "Elimden gelirse veririm."

-"Teşekkür ederim. Suallerim şunlar.Bay Wilson hangi saatte öldü? Sahiden korkudan mı öldü? Radyo neden ça1ıyordu ? Ve adamcağız gece yarısı kiralık bir dairede ne arıyordu? Çünkü onun korkak olduğunu iyi bilirim. Hele karanlıktan ödü kopardı."

Müfettiş March geniş masasına geçerek koltuğuna gömüldü. Bir müddet sustu. Bir şey düşünüyor gibiydi. Nihayet kararını vererek söze başladı:

-"Birinci ve ikinci sualinize cevap verebilirim Bayan Kathleen. Bay Wilson cuma gecesi on bir sularında ölmüş. Ölüm sebebinin de korku olduğu anlaşılıyor." .

Chase, bir an Kathleen'in yüzünü kaplıyan endişe bulutunu farketmedi. Fakat genç kız derhal müdahale etti. "O halde, ben kapının önündeyken o ölmüştü. Doktor Chase girdiği zaman Bay Wilson'un ölüsü içerdeydi."

- "Evet."

- "Peki tıbben korkudan ölme diye bir şey var mıdır, gerçekten?"

- "Var olmasına var, ama bizim görüşümüz başka.Zaten meselenin bana kadar gelmesi de ondan. Ben şahsen bunun bir cinayet olduğunu düşünüyorum." .

Bu kelimeyi ilk defa duyuyorlardı. Şimdiye kadar polislerden hiçbiri cinayet lafı etmemiştı. Chase'nin içi burkuldu.

Müfettiş sözüne devam ediyordu. "Kurbanını seçen bir  insan onu öldürmek için çeşitli yollara başvurur. Eğer karşımdakinin zayıf ve korkak biri olduğunu biliyorsam, onu öldürmek için kendisine elimi bile sürmem, Öyle korkunç bir tablo hazırlarım ki, adamın bütün sinir sistemi bir anda çöküverir. Mesela kurbanımın Bay Wilson gibi kalbi ve sinirleri zayıf biri olduğunu düşünelim.Ne diye onu öldürmek için elimi kana bulayayım, değil öylesine korkuturum ki, kalbi durur, sinirleri iflas eder vesselam.

Müfettiş March bir müddet sustuktan sonra gene konuşmasına devam etti. "Şimdi ortada bir mesele var. Kanuna göre ben katilim.Ama jüri bu durumda ne karar verir acaba.Ben jürinin cinayet kararı vereceğini sanmam.Karşımdaki adam şaka yaptığını söyliyebilir. Bana öyle geliyor ki, ceza görmeden adam öldürmenin en kolay yolu korkutarak öldürmektir."

Chase, müfettişin bu konuşmalarını beğenmiyordu.Huzursuzluk duymaya başlamıştı. Kathleen . daha fena durumdaydı. Bir müddet hiç kimse konuşmadı. Sonra Müfettiş March zile bastı ve gelen polise Bay Hemphill'i içeri almasını söyledi. James Hemphill, apartmanın kira işlerine bakan emlak komisyoncusuydu.

Beklediler. Çok geçmeden Hemphill içeri girdi. Genç bir adamdı. İyi giyinmişti.

Müfettiş March, "Bay Hemphill," dedi, "Polise verdiğiniz ifadenin bazı noktaları üzerinde sizinle yeniden konuşmak istiyorum. Bana dosdoğru cevap verin. Siz cuma gecesi Bay Wilson'un 11 numaralı dairede yalnız başına birkaç saat kalmak niyetinde olduğunu sahiden biliyor muydunuz?"

- "Evet efendim."

Kathleen büyük bir şaşkınlıkla adama baktı.

- "O halde kendisine anahtarı siz verdiniz."

- "Evet efendim."

- "Bu dairelere giden koridordaki elektriklerin söndüğünden de haberiniz vardır her halde. Bunun sebebi de Bay Wilson'un görülmeden bu daireye girmesini sağlamaktı."

- "Evet efendim."

- "Peki neden bu boş dairede birkaç saat kalmak istemişti acaba?"

Hemphill bir an düşündü, sonra, "Bu 11 numara hakkında dolaşan şayialardan haberiniz var mı bilmem?" dedi. "Hani şu hayalet hikayesi. Nedense ağızdan ağıza dolaşan böyle bir söylenti var. Bay Wilson bana hayalet görmeye çok meraklı olduğunu söylemişti."

-"Başka bir sebep daha yok muydu acaba

- "Vallahi, biraz tuhaf bir şey, nasıl söyleyeyim bilmem ... "

Kathleen'e baktı. Yutkundu. Sonra devam etti.

‘’Bay Wilson, Bayan Mills'in kendisinden bazı şeyleri sakladığını tahmin ediyordu.11 numaradan onun dairesini dinleyerek, bir erkek arkadaşı olup olmadığını öğrenmeye çalışacaktı."

Kathleen kıpkırmızı olmuştu. Hemphill ona dönerek, "Çok affedersiniz efendim," dedi. "Çok kirli bir oyun bu, ama Bay Wilson'u kıramadım."

Kathleen dişlerinin arasından, "Yok canım," dedi.

"Ne olacak! Ondan bu gibi şeyleri umarım."

Hemphill sözüne devamla, "O halde mesele aydınlanıyor,"dedi. "Kendi gürültüsünü örtmek için daireye radyo koydurmuştu. Sonra da her hangi bir şekilde korkarak öbür dünyayı boyladı."

Doktor Chase kendisini tutamıyarak, "Allah kahretsin,çoktan ölümü haketmiş bu herif,' diye söze karıştı.

Müfettiş March, "Peki Bay Hemphill," dedi. "Radyoyu böyle deli gibi sonuna kadar açmasını ne ile izah edersiniz?'

"Vallahi bunu izah edemem."

"Onu canlı olarak son defa saat kaçta gördünüz?"

"Sekizde. Radyoyu getirerek oturma odasına yerleştirdi.Yıkanmak isteyip istemediğini sordum. 'İstemem, evde yıkanırım,' dedi. Zaten yanına biraz da sandviç falan alacakmış. Böylece saat sekiz buçuk ta apartmandan ayrıldı."

- "Saat sekizde etraf kararıyor zaten. Koridorun ışığı sönmüş müydü o saatte?"

- "Evet. Işık yoktu. Benim elektrik fenerimle gittik."

- "Peki, Bay Wilson'un korkak olduğunu söylüyorlardı. Tek başına karanlıkta nasıl duracaktı dersiniz?"

"Vallahi ben de onun çok korkak olduğunu bilirim.Ama bunu saklamaya çalışırdı, bilhassa benden. Diğer taraftan bu hayalet hikayesinin falan aslı olmadığını da söylemiştim. Arkadaşlarım onu neden bu daireye bıraktığımı soruyorlar.Tek sebebi bu dairenin perili merili olmadığını ispat etmekti. Fakat sonunda kaybettim.Evet bu işin sonunda en zararlı çıkan benim;Çünkü işimden olacağım. Fakat gene de yaptığıma pişman değilim.

"Teşekkür ederim Bay Hemphill, durun gitmeyin hemen,dinliyeceğimiz bir kişi daha var. Bay Delafield. Bay Wilson'un on beş yıllık uşağı."

Delafield içeri girip de oturur oturmaz, Müfettiş March söze başladı. "Uzun zamandan beri Bay Wilson'la berabermişsiniz, öyle mi?"

- "Evet efendim."

- "Onu sever miydiniz?"

- "Evet, severdim."

Delafield'in yüzü allak bullaktı. Chase bir an adamın hüngür hüngür ağlayıvereceğini sandı.

Müfettiş, sorgusuna devamla, "Bay Hemphill bize, Bay Wilson'un eve gitmek üzere saat sekiz buçukta kendisinden ayrıldığını söylüyor. Eve geldi mi acaba?"

- "Geldi"

- "Evde ne yaptı?"

- "Biraz bir şeyler yedi. Hayalet hikayesine çok kaptırmıştı kendini. Hep onu söylüyordu. Sonra banyo yapıp elbiselerini değiştirmek istedi. Banyo yaptı. Akşam gazetelerini okudu. Saat on buçukta bir araba çağırmamı söyledi. Gittim, getirdim. Arabaya binip uzaklaştı. Kendisini son görüşüm de bu oldu."

- "Elbisesini değiştiğine göre, giyindiği elbisenin cebine neler aldığını bilmem lazım." Müfettiş böyle söyliyerek çekmecesinden çıkarttığı bir kağıdı Delafield'e uzattı. "Bak burada cebinden çıkanlar yazılı. Hatırlıyor musun bunları?"

Delafield yüksek sesle kağıttakileri okudu. "Not defteri, bir halkaya bağlı altı anahtar, dolmakalem, cep saati ve saat zinciri,l1 numaranın anahtarı, içinde 8 dolar bulunan para çantası, biraz bozuk para.

- "Yanına aldığı şeylerin hepsinin bu olduğunu biliyor musun? Acaba başka birşey var mıydı?"

Delafield çok üzgün ve bitkin görünüyordu.Müfettişin sualine ne cevap vereceğini bilmiyor gibiydi.Ellerini oğuşturup duruyor, bir müfettişe, bir bize Nihayet, "Çok affedersiniz efendim," dedi. "Korkmuş değilim.Samimi olarak korkmadığımı söyliyebilirim. Fakat Bay Wilson son zamanlarda bir tuhaftı. Artık kendisini tıraş etmeme bile müsaade etmiyordu. İkide bir, 'Bana bak:' derdi. 'Günün birinde boğazımı kesersin de sonra asarlar seni. Çünkü seni de vasiyetnameme aldım.'

Delafield Müfettiş'in verdiği kağıdı elinde evirip çevirdikten sonra masaya bıraktı. Sonra gene aynı şekilde konuşmaya devam etti. ,

Nihayet Kathleen adamın sözünü keserek, "Allah rızası için," dedi. "Bana bu adamın hakiki hüviyetini söyliyecek biri var mı içinizde? Bay Wilson uğradığı akıbeti haketti mi dersiniz?"

- "Hayır, hanımefendi. Asla bunu haketmemişti."

Müfettiş bu konuşmayı keserek sert bir yüzle Delafield'e döndü. "Size bu listenin doğru olup olmadığını sormuştum,cevap vermediniz," dedi.

- "Doğru efendim."

- "Başka hiçbir şey olmadığına emin misiniz?"

- "Eminim."

- "O halde şımdi sizlere bu ölümün alelade bit cinayet hadisesi olduğunu katıyetle söyliyebilirim! ... "

Bir anda odaya buz gibi bir hava çökmüştü. Bu dondurucu havadan müteessir olmıyan tek insan sadece müfettişin kendisiydi her halde. Çünki halinde en ufak bir telaş emaresi yoktu.

- 'Evet, bu bir cinayettir. Ölen adam korkudan ölmüş değildir. Ölüm sebebi de sanıldığından daha basittir.Bu konuyu bilhassa araştırdım. Öldükten sonra yapılan bütün incelemelerde korkudan ölüm arazının aynını gösteren bir başka ölüm şekli daha vardır."

Hemphill, "Evet, ama ... '" dedi. "Bu ölümün bir başka şekilde meydana geldiğini nasıl ispat edebilirsiniz

-Edeceğim. Lütfen sözümü kesmeyin. Bir insan banyo küvetinin içindeyken vücudundan elektrik akımı geçirilirse ölüm arazı tıpkı korkudan ölümün arazına benzer.

Müfettiş sözün burasında sustu,sonra Delafield’e dönerek,

"Onu nasıl öldürdüğünü anlatacak mısın, yoksa ben mi anlatayım?" dedi.

Delafield hiç kıpırdamadan duruyordu. Ümitsiz bakışlarla bizleri bir bir süzdü. Uzun müddet konuşmadı. Hepimiz ona bakıyorduk.

Emektar uşak nihayet, "Bir kaza oldu," diye mırıldandı.

Müfettiş birden atıldı. "Bir dakika. Cevap vermek mecburiyetinde olmadığını hatırlatmak isterim."

Delafield bir el hareketiyle müfettişin sözünü keserek,

"Hayır," dedi. "Anlatacağım, çünkü onu ben öldürmedim.Ölümü gerçek bir kazadan ibarettir." Kathleen'e .baktı.

"Sizin de burada bulunmanız iyi bir tesadüf eseri," diye ilave etti. "Belki onun banyo yaparken sıcaktan ne kadar hoşlandığını bilirsiniz. Yanında portatif elektrik sobası olmadan imkanı yok banyoya girmezdi."

Müfettiş, "Peki," dedi, "devam et."

- "İşte hikaye bu. Bay Wilson banyodayken elektrik sobasını küvete düşürdüm. Hepsi bu. Öylesine umulmadık bir şekilde oldu ki anlatamam."

- "Anlat, anlat."

- "Epey oluyor. Gazetede bu şekilde bir ölüm haberi okumuştu. Bristol'da olmuştu galiba kaza. Bir adam, soğuk bir havada elektrik sobasını banyo küvetinin kenarına koymuş, sonra soba kaza ile suya düşünce zavallıcık ölüvermişti. İnsan çok defa böylesine bir dikkatsizliği hiç kimse yapmaz sanıyor, ama oluyor iste. Wilson sıcağı çok,çok severdi."Ama söylediğim gibi bu şekilde ölmekten de ödü kopardı.Bana banyodayken kaç defa, 'Dikkat et sobayı suya düşürme, yoksa seni asarlar,' demişti.Tıpkı tıraş işinde olduğu gibi. Bu sözleri öyle korkutmuştu ki beni, elektrik sobasını banyoda görünce Tüylerim diken diken olurdu.Küvetin içindeyken elektirik çarpmasıyla ölenlerin, tıpkı korkudan ölenlere benzediğini de anlatmıştı.

"Cuma gecesi bana hayaletlerden, 11 numaralı daireye gideceğinden bahsettikten sonra banyoya girdi. Arkasından bana seslenerek sobayı yanına getirmemi söyledi. Hiç sesimi çıkarmadan itaat ettim. Sobayı küvetin yanına getirdim, elimde sıkı sıkı tutuyordum. Birden, 'Bırak onu ahmak, koy şuraya!' dedi ve bileğimi kavradı,

Delafield sustu. Ellerine baktı. Kathleen kalkmış elini onun omuzuna koymuştu.Zavallı adam bitkin bir sesle, "İşte bu sırada soba suya düştü!" dedi.

. Derin bir sessizlik oldu.

Delafield kendini toparladıktan sonra devam etti.

"Beni asacaklar, diye korktum. Bay Wilson bana hep söylerdi. Bunun üzerine ölümün başka bir şekilde meydana geldiğini gösterebilirsem idamdan kurtulacağımı düşündüm.Zavallı Bay Wilson'un karanlıktan nasıl korktuğunu çok iyi bilirdim. Bana bu şekilde ölümün korkudan ölümlere tamamen benzediğini de kendisi anlatmıştı.

"Bunun üzerine onu 11 numaralı daireye getirmeye karar         verdim. Zaten kendi niyeti de oydu. Hemen banyodan çıkararak giydirdim. Bu benim için zor olmadı, çünkü yıllardan beri yaptığım bir işti. Sonra merdivenlerden aşağıya indirdim. Bu da kolay oldu. Çünkü, gördüğünüz gibi oldukça kuvvetliyimdir. O da ağır sayılmazdı. Araba zaten kapıdaydı, Sürükliyerek bindirdim. Görülmeme de hemen hemen imkan yoktu, çünkü çok sis vardı o gece ..."Onu kendi arabamızla götürmeye mecburdum. Dairenin anahtarının yanında olduğunu, o daireye giden koridorda ışık yanmıyacağını da biliyordum. Gecenin saat onbiriydi.Apartmanın giriş kapısının ıssız olduğunu görünce hiç düşünmeden Bay Wilson'u arabadan çıkarıp içeri aldım ve 11 numaranın yatak odasına koydum.Sonra gidip radyoyu açtım. Bana radyonun yerini de söylemişti.Radyoyu bilhassa çok hızlı açmıştım. Bir an önce gürültüye gelenler olsun da Bay Wilson bulunsun istiyordum.Onun sabaha kadar o halde kalmasına içim razı değildi.Hepsi bu.Ona onbeş sene hizmet ettim.Sonu böyle oldu, ne yapayım? Ölümü çok kolay oldu. Hafif bir ses çıkardı ve sırt üstü suya düştü. Son olarak size yemin ederim ki,bilerek yapmadım bu işi."

Chase, "Müfettiş bey," dedi. "Kurtulur, değil mi?" -:

- "Eğer doğruyu söylüyorsa... Bakalım bu husus üzerinde duracağız elbette."

Chase de ayağa kalkmış, Delafield'in yanında duran elini sıkıyordu.

Kathleen, Müfettiş'e, "Çok affedersiniz," dedi. "Artık olan olmuş. Orta'da böyle bir hadise var. Ancak ben bir hususu merak ediyordum. Nasıl oldu da siz ölü. Korkudan olmadığını tahmin ettiniz ve bu işi yapanı anladınız? Beni aydınlatır mısınız?"

Müfettiş gülümsiyerek, "Pek zor olmadı," dedi. "Bir defa bizim için adamın apartmanda mı öldüğü, yoksa sonradan mı getirildiğini anlamak zor bir iş değildir. Bay Wilson'ün apartmana canlı olarak girmediği muhakkaktı. Eğer öyle olsa yanına bir elektrik feneri, hiç olmazsa bir kutu kibrit alırdı. Böylesine korkak bir insanın karanlık, üstelik perili olduğu söylenen daireye kibrit, yahut elektrik feneri almadan girmesine imkan verir misiniz? Bu bakımdan üstünden böyle bir şey çıkmayınca onun apartmana canlı olarak girmediğini anladım. şahitlerin ifadesi onun karanlıktan delicesine korktuğunu gösteriyordu. O halde ışıksız nasıl girerdi?

"O halde geriye ölüm sebebini bulmak kalıyordu ki, meslek icabı ben de banyoda elektrikle ölmenin korkudan ölmeye tamamen benzediğini bilirim. O akşam banyo yapmak istediğini de Bay Hemphill'den öğrendiğimize göre hadise kendiliğinden ortaya çıkıyor."

 

 
   
Bugün 4 ziyaretçi (6 klik) kişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol