.
 
  ANA SAYFA
  HAYATI
  VIRAN KULE-HE WHO WHİSPERS
  CARTER DICKSON-JOHN DICKSON CARR'IN TURKCEYE CEVRILMIS YAPITLARININ LISTESI
  J.D.CARR'IN TURKCE'YE CEVRILMEMIS KITAPLARI
  THE LOCKED ROOM
  JOHN DICKSON CARR’IN ESERLERI VE ESERLERINDEKI DEDEKTIFLER
  ESERLERININ KRONOLOJISI
  DR.FELL UZERINE
  POLISIYE TURLER VE YAZARLARI
  TV'DE POLISIYE GUNLUGU
  Edward Morston'un Follow That Carr-And Step On İt
  Colonel March of Scotland Yard
  KARANLIKTA AYAK SESLERI-IT WALKS BY NIGHT
  POLISIYE TARIHI
  POLISIYE KITAP KATALOGU
  POLISIYE UZERINE KITAPLAR
  CARR ÜZERİNE-İMKANSIZIN SANATI-KİNGSLEY AMİS
  CARR'IN TURKCE'YE CEVRILMIS KITAPLARINDAKI OLAY YERI CIZIMLERI
  DR.FELL'IN KILITLI ODALAR HAKKINDAKI KONUSMASI
  JOHN DICKSON CARR'IN MAKALELERI
  UC TABUT KITABINA AIT CIZIMLER
  Mysteries: Rules of the Genre By Kay House
  JOHN DICKSON CARR ONE HUNDRED YEARS ON by Nicholas Fuller
  THE GRANDEST GAME İN THE WORLD
  CARTER DICKSON-JOHN DICKSON CARR'IN TURKCEYE CEVRILMIS YAPITLARI HAKKINDA-OZETLER-ELESTIRILER
  CARTER DICKSON'DAN OYKULER
  JOHN DıCKSON CARR'IN BEGENDIGI HIKAYE VE ROMANLAR
  THE BURNİNG COURT-DOKUZ DÜĞÜMLÜ İP KİTABININ RESİMLİ ROMANI
  CARTER DICKSON-JOHN DICKSON CARR UZERINE KITAPLAR
  CARTER DICKSON-JOHN DICKSON CARR VE KITAPLARIYLA ILGILI YABANCILARIN GORUSLERI
  CARTER DICKSON-JOHN DICKSON CARR VE KITAPLARIYLA ILGİLİ GORUSLER
  OYKULERININ BULUNDUGU KITAPLAR VE OYKULERİNİN LİSTESİ
  KILITLI ODA CINAYETLERINI KONU ALAN KITAPLAR VE YAZARLARI
  SATILIK YA DA DEGISTIRILMEK ISTENEN POLISIYE KITAPLAR
  İletişim
  Ziyaretçi defteri
  ONEMLI LINKLER
  CARTER DICKSON-JOHN DICKSON CARR ILE ILGILI SITE ADRESLERI
  THE SHADOW OF THE GOAT
  CARTER DİCKSON-JOHN DİCKSON CARR'IN FİLME ÇEKİLMİŞ YAPITLARI
  JOHN DICKSON CARR'IN ARTHUR CONAN DOYLE BIYOGRAFISI
  HABERLER
  RESIMLER
  YENI CIKAN POLISIYELER
  CARR'IN TURKCE'YE CEVRILMEMIS KITAPLARINDAKI OLAY YERI CIZIMLERI
  Raymond Chandler, "The Simple Art of Murder"(1950)
  CARR-CHRISTIE ILISKISI
  ÜC TABUT KITABININ GECTIGI YERLER
  JOHN DİCKSON CARR_RAYMOND CHANDLER İLİŞKİSİ
  KARANLIKLARIN KADINI-ENGİN ARDIÇ
  DOKUZ DUĞUMLU IP NASIL YAZILDI?
  İnsanlar Neden Dedektif Romanları Okurlar?
  John Dickson Carr'ın With Cold And Lugar Yazısı
  Polisiye Kitaplar,Konuları ve Eleştiriler
  JOHN DİCKSON CARR İLE İLGİLİ İNTERNET SİTELERİ
CARTER DICKSON-JOHN DICKSON CARR VE KITAPLARIYLA ILGİLİ GORUSLER

http://www.cinairoman.com/forum/viewtopic.php?t=38

mat salleh 

klasik whodunit polisiye yazarlarının en önemlisi(bence) olan John Dickson Carr namı diğer Carter Dickson başlığını açtığım için mutluyum. Carr hem klasik whodunitin önde gelenlerinden olup hem de onun bir alt türü olan locked room mystery(kapalı oda polisiyesi)nin de en önemli ismi olarak kabul edilir. Onun romanlarının en önemli aktörü mekandır. Uğursuz şatolar, dehşetengiz kuleler, karanlık müzeler gibi kapalı mekanlar ve buralarda işlenen "imkansız" cinayetler Carr romanlarının tipik özelliklerini oluşturur. Bu tür mekansal kullanımlar onun romanlarındaki atmosferi gotiğe de yaklaştırmaktadır. Romanlarında işlenen cinayetleri çözen dedektifler ise muhteşem Sir Henry Merrivale, Dr. Gideon Fell ve bir fransız soylusu olan Bencolindir. J.D. Carr ile tanışmayan ve klasik polisiye(özellikle de kapalı oda cinayetleri) seven herkese şiddetle tavsiye edilir. 


amaninbe 

 

bugun, carr'ın ayak izleri'ni ve de olum gemisini arka arkaya okudum.
ayak izleri'ni pek basarili bulmadim, gideon fell nihayet işin içine girdi ama pek de girmiş sayılmaz, yani pek bi etkisi olmadi olayda, hatta dedektifler olmasa da olay zaten çozume kavusacakmış. oyle muhtesem bi akıl yurutmeye sahit olamadim, oyle ki katil taa en bastan belliydi. bir de sunu anladim, eğer bir cinayet işleyecek olursam her zaman en sade yontemi secmeliyim, cunku ne kadar sofistike bi yontem bulursam o kadar dikkat çekiyor, ve planın bir çok aşamadan oluşması çozum bulunurken yalnızca bir kişinin yapabilirliğine odaklanıyor.

ceviri kısmında kuşa cevirilmiş olmalari uzucu, ama ben kullanılan dili seviyorum, bi de hakikaten kitabın kapağinda, iç tarafında yzan tanıtıcı yazıları, çok naiv oluyorlar. nedense asiri sempatim var, ve kucuk hatalar da rapek rahatsız etmiyor o yuzden.

olum gemisi'ne gelince, işte bunu çok beğendim. karakter derinliği bir nebze daha iyiydi, diğer ikisine gore. olayın esrarı çok hostu, guzel bi polisiye kurgusu vardı. suphe birden fazla kişinin uzerinde dolasıyordu ve ogrenene kadar parmak izi konusu nasıl çozumlenecek diye bekledim. ama açıklamalar gereğinden fazla geldi, mesela içlerinden birinin, baska bir huviyete sahip olmasinin olayda hiç bir etkisi yoktu aslında. oysa bi romanda olayla ilgisi olmayan detayların bu kadar olmamasi gerekir (genel anlamda soylemiyorum, bazi durumlarda kullanılabilir, ama sonradan yine bi alaka çıkar) hemingway demiş ya, eğer romanımda şöminenin ustunde bir tufek asılı olduğunu soylemişsem, o tufeğin romanın bi yerinde mutlaka patlamsı gerekir diye, o hesap yani.

ama genel olarak carr'ı sevdim, sonuçta klasik bi tarzı var, ve okuduğum bi çok polisiyeden bu haliyle bile çok daha iyi. dr. fell, yazında avrupalı bir amerikan polisiyecisi olduğunu soylemişsin, sanırım haklısın, mesela bi christie'ye oranla çok daha dinamik bir kurguya, ve iç içe gecen esrarlara sahip. olaylar gayet hızlı gelişiyor, insan eline alınca sonuna gelmeden de bırakamıyor, sonraki adımların merak edilmesi konusunda da haklısın, oysa agatha okurken insan bi en basta dikkat kesilir cinayet işlenirken, bir de en sonda açıklanırken. oysa carr'ın kurgu anlayışı sayesinde, insan okurken sadece cinayetin cozumunu değil surekli bi adım sonrasını merak ediyor, işte bu konuda cok basarili.

dr.fell

İğne Deliği hardcore bir kapalı-oda bilmecesi; bence okuyucuya en fazla meydan okuduğu ve aynı oranda basit bir çözümle karşımıza çıktığı, türün -bence en başarılı örneklerinden biri (ufak bir dil oyunu da içeriyor!)
On Çay Fincanı da eğlenceli ve gerilimli hikayelerinden biri. Özellikle kitabın sonlarında gerilimin zirve yaptığı bölümde öyle bir sahne var ki..'yok artık' diyorsunuz,ama bi o kadar da şaşırtıcı ve eğlenceli. Hiç bi polisiye yazarında göremeyeceğiniz numaralar yapıyor Carr; ve bu farklılığını çok seviyorum ben. İkincisinin çözümü ilki kadar başarılı değil bana kalırsa ama gerilim ve heyecan konusunda daha başarılı.
Ölüm Gemisi'yle karşılaştırma istemişsin,işte bu biraz zor. Dickson'da bu şekilde şu şuna yakın,veya benzer demek çok zordur. Her kitabı bir diğerinden o kadar farklı -ve aynı zamanda o kdr yakındır ki. Üslup çok benzer ama bunun dışında kalan diğer öğeler her zaman farklı ve orijinaldir.
Zaten hayli kısıtlı olan kapalı-oda esrarlarının çözümlerinde bile o kadar yaratıcı ve zengin bir çeşitliliğe sahiptir ki..Üç Tabut'ta kendine bile meydan okur bu konuda. 

amaninbe 

iğne deliğini okudum, neden kapalı oda başyapıtı olarak kabul edilebileceğini de anladım. esrar çok iyi hakikaten, yalnız bi şey var, şu tüy meselesi; bence mahkemede tuy olayı açıklandığında hakimin davayı sonlandırması gerekirdi, yazar ondan sonra neden kitabı uzatmış anlayamadım, her şey çok açık olmuyor mu o andan sonra yani sanık açısından? tabii olay tam anlamıyla nasıl olmuş kinm yapmuş onlar da onemli ama mahkeme neden devam ediyor ki?
bi şey daha kitapta avukatın adı (karakteri sevdim bu arada patlama anları çok şirindi) kitapta hep kısaltmalarla verilmiş, bu bizim aklıevvel çevirmenlerimizin icadı mı yoksa orijinal halinde de mi boyle?

amaninbe 

on çay fincanını da okumuş oldum dr. fell, biraz saçma bi cinayet biçimi olduğunu dusundum, oysa katilin niyeti, çıkış noktası ve polise meydan okuyuşu iyiydi, neyse kesinlikle iğne deliği bundan iyiydi, ama katilin kim olduğunu bulmak açısından bu kitap daha zordu sanırım. bir de iğne deliğini daha fazla sevmemin sebebi sanırım tum kitabın mahkemede geçen çapraz sorguyla ilerlemesi, okurken de izlerken de bayılırım

amaninbe 

çok fazla carr romanı okumadım henuz ama ozetlemek gerekirse, carr ya olay mekanıyla, ya olayın zamanıyla ya da olaydaki kişilerle oynayarak bir bilmece yaratıyor. içlerinden birinde bir aldatmaca veya ilk bakışta gorunmeyen bir şey oluyor, ve bu bulunduğu anda da cinayet cozuluyor. bu açıdan agatha'dan çok farklı geldi bana, onda onemli olan her zaman maktulun kişiliği ve bu kişiliğin yol açtığı cinayet sebebidir. once cinayet sebebi bulunur, sonra da bu şuphelinin maktulu oldurebileceği bir yontem. carr daha çok conan doyle izleri taşıyor bence, yani ozellikle de katilin kim olduğundan ziyade olayın nasıl olduğu ve yontemiyle herşeyden çok ilgilenmesi açısından.


Dr.Fell 

Altın Çağ'ın en büyük romancılarından ve kapalı-oda türünün büyük ustası sayılan John Dickson Carr 1906 yılında Uniontown, Pennsylvania'da dünyaya geldi. Babası yerel bir politikacı olarak bir dönem Kongre'de görev aldı. Küçük oğlunun ufku ise Pennsylvania'nın kömür madeni sahalarından daha ötelere uzanıyordu. Dumas ve Stevenson'un macera romanlarını, L.Frank Baum'un fantezi öykülerini, A.Conan Doyle'u ve Washington Irving'den E.A.Poe'ya hatta H.P Lovecraft'a çok çeşitli yazarlardan hayalet hikayelerini büyük bir iştahla okuyordu. Kolej yıllarında tüm bu janrlarda hikayeler yazmaya girişmiş ama en kayda değerleri Surete'den Henri Bencolin'i konu alan ürkütücü dedektif hikayeleri olmuştur. Bunlardan biri 'hayalet tren'de,kilitli bir kompartmanda işlenen bi cinayeti konu almaktaydı.

1928'de öğrenimini devam ettirmek için Paris'e gitmiş(veya ailesi böyle zannediyordu) ama aslında tüm zamanını yazarlık kariyerine vermiştir. Tarihi bir romans yazmaya çalışmış ama sonunda yırtıp atmıştır. Burada başladığı uzunca Bencolin hikayesi, daha sonra yayınlanan ilk romanı "It Wals by the Night"(Karanlıkta Ayak Sesleri, AKBA) için temel olacaktır.
1932de bir ingiliz kızıyla evlendi ve ertesi sene; macera,romans ve en iyi dedektif hikayelerinin evi olduğuna inandığı İngiltere'ye taşındı.1930lar boyunca yılda dört-beş kitap yazdığı üretken bir dönem geçirdi. Bu yıllarda Bencolin'in yanında dahi dedektifi Dr. Gideon Fell'i ve Carter Dickson takma ismiyle de Sir Henry Merrivale'ı yarattı. En büyük eserlerinden bazılarını da bu dönemde yazdı: bir kapalı-oda klasiği olan Üç Tabut, karlarla kaplı bir sokakta işlenen cinayet ve canlı gömülmek hakkındaki bir Transilvanya efsanesini konu ediyordu;
İğne Deliği(Judas Window),bir kapalı-oda esrarının hem çok zorlayıcı hem de çok basit olabileceğini gösteren sıkı bir mahkeme gerilimi
The Crooked Hinge, Titanik tarejedisiyle bir cadı söylencesini birleştiren yazarın klasiklerinden biri
ve The Burning Court(dokuz düğümlü ip) finali asla tekrarlanamayacak dönüşe sahip,doğaüstüne göz kırpan harika bir roman

2.Dünya savaşı esnasında Carr, atmosfer yaratmadaki başarısını radyoya da taşıdı ve birçok radyo oyunu yazdı. Bunlarda biri Amerika'da büyük ses getiren 'Cabin B-13 for suspense' idi. 1949'da en büyük başarılarında biri geldi. Carr, A.Conan Doyle'un mirasçıları tarafından S.Holmes'un yaratıcısı için bir biyografi yazması için seçildi. 1950'de ise tarihi dedektif öyküleri kaleme almaya başladı. Bunlardan üçü en aklıda kalıcı kitapları arasındadir: 'The Devil in Velvet', 'Fire, Burn!', 'Fear is the Same'. Carr tarihi muamma romanları yazan ilk yazar değildir belki ama Anthony Boucher'ın da dediği gibi diğer yazarlar için yolu açan polisiyeci olmuştur.
1950ler ve 60lar boyunca Londra ve New York arasında gidip gelen Carr sonunda 1965 yılında hayata gözlerini yumacağı yer lan Greenville, G.Carolina'ya yerleşti. 1972 yılında da aramızdan ayrıldı.
Carr'ın eserlerindeki lezzet yalnızca irkiltici atmosfer veya komplex gizemlerden değil ayrıca Carr'ın eski şeylere olan düşkünlüğünden de kaynaklanmaktadır. Eski zırh ve silahlara, saatlere, fal kartlarına, kalelere ve efsanelere düşkündür ve bu ilgisini eserlerine de yansıtmıştır. Carr ayrıca hikayelerindeki tüyler ürpertici atmosferi, komik sahnelerle dengelemeyi de iyi başarır. Özellikle Dr.Fell ve H.Merrivale karakterlerinin barındırdığı mizah (ve acaiplikler)hikayelere değişik bir tat katar. Dr. Fell, hikayenin orta yerinde 'ingiltere'de tarih içinde içki alışkanlıkları' konulu bir ders vermeye başlayabilir; H.M. ise avukatlık yaptığı bir davanın en kritik yerinde jüriye 'aptallarım' diye hitabedebilir, ve yine de davayı kazanır.

ellery 

en beğendiğim John Dickson CARR romanları ise, Bronz Lambanın Laneti ( Trefil Yayınları ) dışınadki hepsidir. Belkide pek çok arkadaşta olmayan - Çok az arkadaşta vardır diye de düşünebilirim - " Hapishane Gelini" adlı romanı ise bir Aşk Romanıdır. Klasik Polisiye bakış açısı oldukça softtur. 

Dr.Fell 

Tabii ki buradaki herkesin ortak emeli, polisiyenin altın çağından daha çok eserin türkçeye kazandırılması ve bu dönemin bilinirlik oranının ülkemizde daha üst seviyelerde olmasıdır. Aslında polisiye, popülerlik-okur sayısı olarak edebiyatın diğer dallarına göre şanslı bir janrdır. Türkiyede de dünyadaki eğilime paralel olarak polisiye okuru sayısı nispeten yüksektir. Fakat bunlar arasında bile Agatha Christie dışında golden-age yazarlarının bilinirliği çok çok düşük. ve eski nesillerden yenilere doğu geldikçe de bu oran gitgide azalmakta. beğenilerin ve dünyada yaşam tarzlarının hızlı bi değişim içinde olmasıyla da açıklanabilecek bir şeydir belki bu ama özellikle Türkiye'de yayınevi politikalrının da büyük etkisi var bu durum üzerinde.
Ben umutsuz taraftayım. Yeni arkadaşımın dileklerini paylaşmakla birlikte, eski yazarların tekrar yayınlanma şansı bulmasını çok düşük bir ihtimal olarak görüyorum. Örnekler çok çok azdır. Simenon belki bilinirliğinin biraz daha yüksek olmasıyla bu şansı bulabilmiştir belki; Sherlock Holmes'u da aynı şekilde ayrı tutmak gerekir. Ama bunlar dışında yayınlanma şansı bulmuş yazar yok gibi birşey.
Sarı Odanın Esrarı gibi tekil örnekler çıkıyor zaman zaman,ama bunlar ufak sürprizler olarak kalıyor hep. 

ellery 

dün akşam daha önce okuduğum bir CARR romanını ( Kızıl Dul ) yeniden okumaya başladım ve gördüm ki, katilin kim olduğunu bilmem dışında ilk tadından hiç birşey kaybetmemiş !
Dedektif romanlarının açmazı da bu galiba, katil kim ? sorusu üzerine oturtulan kurgu, merak ve heyecan dürtüsünün tatmini ve son sayfayla biten bir yüzleşme...
CARR büyük bir yazar, yeri asla doldurulamayacak çünkü ne Londra artık eski Londra ne de artık Londrada veya Pariste Egzantrik tipler yaşamakta... Burjuvazinin Altın Çağı yerini günümüzde Tüketim toplumuna ve İnternet kültürüne bıraktı. Bilginin global düzeyde paylaşımı ve kolay ulaşılabilirliği herşeyi bitirdi. Artık suç mahalli analizleri ve en önemlisi suçlu profilleri değişti. En önemlisi de artık insan yaşamına verilen değer oldukça azaldı. Ernest MANDEL' in "Hoş Cinayet " adlı araştırmasını tavsiye edebilirim. Bireysel suçun çözümünde aktif olan Dedektif yerini 1940 lardan sonra organize suça ve organize suça karşı örgütlenmiş organize güçlere bıraktı.
CHRISTIE; Suçu ve suçluya, İngilterenin kırsalına indirgerken köklü İngiliz toplumsal yapısına olan sonsuz güvenini dünyaya ilan ediyordu ! CARR için suç sadece bir merak objesiydi. Ellery QUEEN ise suçla daha çok haşır neşir olan ABD de diğer ikisine oranla daha zor bir misyonu üstlenmişti. Mignon G. EBERHARD ise bütün bu harala gürele içinde saygın bir New-York hanımefendisiydi ve doğanın garip bir cilvesi kıta Avrupası yerine ABD de doğmuştu. İnanın bana eğer EBERHARD İngiltere de doğsaydı CHRİSTİE çok mahzun olacaktı (!) Ya Dorothy L. SAYERS' e ne demeli kahramanı olan züppe Lord hep asil çevrelerden katil bulmaktan hiç sıkılmamış mıdır ?
Edgar WALLACE ise tam bir asalaktı ! Kumar borçları biz okuyuculara sayısı 700 ü geçen ve çoğu birbirine benzeyen romanlar bıraktı.
Arada Patrick QUEENTIN den bahsetmek lazım gelirse, ben sadece bir romanını beğendim, é Tehlike " isimli bu romanı dışındakilerde ise yazarın - ki aslında iki kişidir - ne yapmak istediğini hep merak etmişimdir.
Ülkemde maalesef ne insan yaşamı Kıta Avrupası kadar önemli ve yasalarla korunma altında değil ve ne de kanunların uygulanabilirliği eşit. Ayrıca ülke olarak köklü bir Burjuvaziye sahip olamadığımız için doğal olarak Golden Age dönemi eserler yaratılamadı.
Bir düşünün : Kayserili bir toprak ağasının konağında cinayet işleniyor (!) Katil misafirlerden biri (!) ... Polis - maalesef Egzantrik bir dedektif Kayseride bulunamaz ! - bütün şüphelileri sorguya alıyor ... Ve bütün şüpheliler - soruşturmanın profesyonelliğinden olsa gerek - cinayeti üstleniyor. ( Komik değil mi !!!! bence traji komik !!!! )
Arkadaşlar ; Ahmet ÜMİT adlı kişiyi , bir romanını okuyarak tanıdım. PATASANA ! O neydi ya ?? Adamı medya polisiye yazarı yaptı...
Arkadaşlar ; Meydanı o kadar boş bırakılmış halde buldular ki herkes çullanıyor. Müdahale etmek için bişeyler yapmak lazım.
Aklımdayken 1970 yılında yayınlanan - Zuhal KUYAŞ isimli yazar tarafından yazılan - Sonuncu ODa isimli romanı bulursanız eğer alıp okuyun!
OF ya ! Yıllarca bize Polisiye roman olarak Agatha CHRİSTIE sunuldu. Yanlış anlaşılmasın çok sevdiğim bir yazar ama pazarlama mantığı nedeni ile yüklenildide yüklenildi.. CARR ondan daha çok eser üretmesine rağmen Türkçede toplam 24 eseri ancak var ! En son basılanda galiba Akba 130 - emin değilim - Onu Bu ODa Öldürdü ! 1979 veya 1980 ! Neredeyse 30 yıl olmuş...
Arkadaşlar, İngilizcesi çok iyi olanlar neden orijinal romanları çevirmiyor ve diğerleri ile paylaşmıyor ?
Şimdilik hoşçakal !

ellery 

" Hapishane Gelini " Ahmet Halit Yayınevi tarafından 1951 yılında basılmış ve orijinal ismi belirtilmemiştir.
Romanda kullanılan dile bakarak bir John Dickson CARR romanı diyebiliriz, nevarki, konusunun ağırlıklı olarak aşk teması üzerine oturması nedeni ile diğer CARR romanlarından ayrılıyor.
Romanda CARR' ın bilinen hiç bir kahramanının olmadığını da belirtmek isterim.
Üstadın arada, farklı bir lezzet sunmak için yazmış olduğu bir roman olarak değerlendirmek mümkündür diyebilirim.

 

 

 

 

 

Clayton Rawson on John Dickson Carr

 

 

From MWA anthology Murder by Experts (1947).

 

I do not love thee, Doctor Fell The reason why I cannot tell; But this alone I know fully well, I do not love thee, Doctor Fell.

Having wondered what unfriendly character could have written in this vein about my old friend Dr. Gideon Fell, and because I wished to have my seconds call on him, discuss the weapons to be used and arrange a meeting behind the nearest church at dawn tomorrow morning, I conducted an investigation into the identity of the mysterious misanthrope. Under questioning, a Mr. Bartlett disclosed that the author was Thomas Browne, poet, and that the Dr. Fell he disliked was a Seventeenth Century Dean of Christ Church, Oxford. The verdict was, therefore: Not Guilty. Obviously any similarity between the unliked Dean and John Dickson Carr's bulky doctor whose fingers are all thumbs when he tries to operate scientific detection devices but whose logic is rapier - sharp when he is busily and often uproariously exploding lethal hocus - pocus is obviously ridiculous.

Dr. Fell, like his alter ego, Sir Henry Merrivale (and wouldn't it be something if they both some day arrived on the scene of the same impossible crime?), has a peculiar faculty for meeting up with locked rooms and situations in which murder, although utterly impossible, has been done just the same. The long list of Carr murderers includes so many escape artists wearing the mantle of Harry Houdini that one almost suspects John missed his calling by not becoming a magician. When you consider, however, the apparent ease with which he has conjured up some fifty mystery novels, most of which show all his competitors aces and spades and still take the pot - well, maybe he is a magician at that. Houdini, of course, had one advantage. He could escape from a locked trunk or sealed coffin and repeat the trick at every performance. Detective story writers, unlike magicians, are duty bound in the last chapter to roll up their sleeves, expose all the hidden gimmicks, explain the misdirection, and tell exactly how the miracle was accomplished. Having labored and brought forth a new way for a murderer to become invisible or vanish into thin air, the writer can't repeat the trick season after season; it is good for one performance only, and he has to begin again and again to invent a new miracle for the next opening chapter. Or - does he?

Back in 1935, in The Three Coffins, Dr. Fell issued a characteristic “Harrumph!” and proceeded in his now classic Locked Room Lecture, to explain in one fell swoop (sorry, that was accidental) almost the whole bag of locked room tricks. Did that end the use of the locked room situation in detective fiction? Although Superintendent Hadley may have wished fervently for this result, he was doomed to disappointment by the later adventures of Dr. Fell, H.M. and a host of other fictional detectives, including a certain Merlini. The reason? Well, if you have read the Locked Room Lecture you already have the answer to the enigma of the evanescent murderer in the story you are about to read. He uses method N°7 in Dr. Fell's first category: Crimes Committed in a Hermetically Sealed Room Which Really Is Hermetically Sealed... John Dickson Carr generously gives you the answer well in advance and then, using a magic of his own, applies a few touches of new paint here and there, pulls one or two unexpected rabbits out of the bewitched typewriter he owns, and Presto! - the oft - explained secret regains its mystery and entertainment, and the murderer vanishes again just as inexplicably as before - to reappear finally, in handcuffs, when Dr. Fell, with a vast chuckle, does what Houdini never did and explains exactly how it was done. And now, I shall drop hastily through the nearest trap door so that the editor and stage manager of this anthology can lift the curtain on the entrance of that undistinguished duo - John Dickson Carr, the Mystifying Transatlantic Wizard; and Dr. Gideon Fell, enemy of hocus - pocus, who explains all the tricks in a remarkable feat of sleight - of - mind which proves once more that the typewriter is quicker than the eye!


 

 

Mike Grost on John Dickson Carr

 

Carr's great virtues as a writer were fourfold. He is a master creator of plots. He is able to create supernatural atmosphere with uncanny skill. His comic passages are very funny. And he is a good storyteller.

Carr wrote several stories as an undergraduate. The most important of these, "The Shadow of the Goat" (1926), is notable for containing germs in outline of two of his best later novels, The Three Coffins and The Nine Wrong Answers. His first books focused on Henri Bencolin, a French policeman. The best of these early novels is The Lost Gallows (1931). This book shows Carr's skill at compressing a very complex plot into a fabulously small space. As a work of storytelling it fascinates.

In 1933 he created one of his two main detectives, Dr. Fell, in Hag's Nook. This is a pretty good novel. Carr's best period was from 1934 to 1944. Most of his great works of mystery fiction were written in those years.

In many ways the first "real" Carr novel was The Plague Court Murders (1934). This tale marks the debut of Carr's other principal detective Sir Henry Merrivale. It also shows Carr making a permanent commitment to the impossible crime story.

The great works of 1935 - 1936 are of fabulous plot complexity. They are more complicated than even the average Golden Age detective novel. The best of them, The Hollow Man (aka The Three Coffins) (1935), contains "The Locked Room Lecture", a chapter in which Dr. Fell sums up the main approaches used to commit impossible crimes in detective fiction up to that point. Both the "Lecture", and the solution to the novel itself, are among the high points of the Golden Age of mystery fiction.

In 1936, Carr began introducing more comedy in his books. The Arabian Nights Murder and The Punch and Judy Murders still have extraordinary complexity, a complexity that approaches surrealism in the latter, more diffusely organized book. But there is also a good deal of comedy. The middle section of Arabian Nights is laugh out loud funny. This book's multi-section organization and comic episodes reflects the influence of Wilkie Collins. These books are a decline from the peak of 1935. In any case, Carr's work had a sharp falling off in 1936 and 1937.

Carr made a brilliant comeback in 1938 and 1939. His four best novels of those years are perfectly proportioned, complex without going to extremes. They are probably the Carr novels that adhere most closely to the canons of the Golden Age, in terms of plot density and the overall architecture of a detective novel. They are also endlessly inventive, as is all of Carr's best fiction.

The Judas Window (1938) impressed me deeply when I first read it, as did many other Carr books. Traditionally, Carr's masterpiece was always considered to be The Three Coffins. That book has "The Locked Room Lecture" and some remarkable impossible crimes. However, in recent years, The Judas Window is often being cited as Carr's other major masterpiece. Carr authority Douglas G. Greene regards it as so, and author Barbara D'Amato pays homage to both works in her novel Hard Case. The storytelling in The Judas Window is especially good. It has a rich vein of comedy, and a wonderful courtroom drama. It makes a very satisfying reading experience: every plot element falls into place in the work just the way a reader would want.

The Crooked Hinge (1938) has one of Carr's most inventive solutions. In fact, it has almost more explanations than there are mysteries in the original text! This is how a mystery should be. Hint to authors: the solution to a mystery is the finale of your novel. It should not be hurried over, giving the most minimal explanation of the mysteries in your book. Instead it should be as rich and creative as possible. Good models here are the finales of many Mozart operas, such as the Act 2 finale of The Marriage of Figaro. Mozart pulls out all the stops here, writing his most complex and spectacular music. I do not make a comparison between Carr and Mozart lightly. Carr is as creative a figure in our medium, the mystery, as Mozart was in his.

Carr also began to write short stories heavily in these years. Many of his best short pieces date from 1939 and 1940. My favorite of all is "The Locked Room" (1940). Carr eventually went to radio, around 1941, and the flood of short stories was replaced by a flood of radio plays, fairly brief works that served a similar function as his short stories. These radio plays are still largely uncollected and unpublished, although The Dead Sleep Lightly (1942-1955) contains some first rate works. His impossible crime novels in 1940-1942 seem much thinner than his earlier books. The one with the best locked room concepts is The Case of the Constant Suicides (1940). However, even this falls flat as a novel. The best book of this era shows Carr's skills away from the impossible crime genre. Death Turns the Tables (1941) is a brilliant "straight" mystery. It reminds one that impossible crimes, however well done, are not the only features of Carr's books. They are also full fledged detective novels with clues and many ingenious plot ideas not dependent on locked room techniques. I would like to see this book develop a "cult" reputation.

Carr's creativity showed a major flare up in 1943 and 1944. Many of his best radio plays date from those years. He also wrote three good novels. The best novels of this period, such as She Died a Lady and Till Death Do Us Part, center around the same sort of brilliant impossible crime ideas one finds in his short works.

Carr's work had a flare up of brilliance in 1952-1955. The Cavalier's Cup (1953) is one of Carr's funniest works. Much of the early parts of this book are just one long farce. However, fair play clues are embedded in the work, and gradually it turns into a working detective story. This is the last Sir Henry Merrivale novel. There was a year long pause in which Carr published little. However in 1955 he brought forth some of his finest fiction. Captain Cutthroat (1955) is Carr's best historical novel. Mainly this is a spy novel, not a detective story, unlike most of Carr's historical fiction, although a mystery occupying a small percentage of the plot allows it to be classified as a mystery novel. It is a fascinating piece of storytelling, somewhat in the tradition of Dumas. Carr also brought Sir Henry Merrivale back for his final appearance in "All In A Maze" (1955). This novella turns into a definitive expression of Carr's ideas about impossible crimes. It makes an outstanding finale for Merrivale's career. If I were to introduce a new reader to Carr's world, I would include this story, the Locked Room Lecture from The Three Coffins, (or maybe the whole great novel), and the short story "The Locked Room".

Carr also revived his career as a radio writer in 1955, writing some fine scripts. So all in all, 1955 was an annus mirabilis for Carr's later work. Carr's work shows here a ten year decline. Most of these later books, both historical and contemporary, are labored and uninventive. They do show Carr's gift for atmosphere, however; they also show a consistent level of craftsmanship and fair play. In 1967 Carr's Dark of the Moon showed the beginning of a late revival of his talent. There is a greater sense of mystery in this book than many of its predecessors, simply more mysterious incidents to be explained at the finale, and a greater sense of enthusiasm for the mysterious that the elderly (and it turns out, often ill) Carr had shown for a long time. The book was set in the Carolinas, where Carr had gone to live. It is not a great mystery novel, but it was heartening. Carr's comeback continued, and in 1969 he published a genuine mystery classic, The Ghost's High Noon. Although a "historical" novel, the book is actually set in the world of Carr's childhood, the only Carr novel so placed. The book contains a well done impossible crime, that while by no means as good as The Three Coffins, say, is still a real achievement. This book makes a fine Last Hurrah for Carr's career. He published only two more detective novels, and some well informed mystery criticism in EQMM, that should be collected and made available.

Carr's Merrivale books tend to have more humor than his Dr. Fell novels. While their plots are clever, they tend to be built around one central gimmick, usually an impossible crime. Especially after 1936, they tend to be simpler than the fabulously complex Fell novels, although they are still admirably complicated detective novels in comparison to other writers. They also tend to have a more up close and personal tone, as if their author was somewhat more involved with their characters: there is more warmth and intimacy. The characters in the Fell books tend to be more seen from the outside and at a distance. This is not necessarily a bad thing: it can aid in their sense of mystery and apparent supernaturalism, e.g., Grimaud in The Three Coffins. They can have a tremendous sense of presence that a more casual, intimate, around the breakfast table portrait would obscure. Carr's other detectives are less interesting. Bencolin is largely an apprentice character, and Patrick Butler's sole solo novel is not distinguished. Colonel March appears in some very good short stories, but he personally seems fairly colorless.

Following in the footsteps of John Dickson Carr as a purveyor of locked room puzzles have come a steady succession of authors. Most of these seem to be consciously imitating his work. By the way, Carr was extremely generous to his imitators, sponsoring Edmund Crispin into the Detection Club, becoming a close personal friend of Clayton Rawson, and writing rave reviews of Talbot, Pronzini and Hoch.

 

Carr's Subjects

 

Carr's supernatural atmosphere is far more gripping than most "genuine" supernatural fiction. Carr's fiction is remarkably free of axes to grind. He is not promoting the supernatural or new age ideas as a religion. He is not trying to horrify his readers about sex, unlike many modern horror novelists and filmmakers. He is not trying to show ordinary people helpless in the grip of all powerful supernatural forces, as do many supernatural writers. Nor does Carr offer much support to Spiritualism. Carr paints a terribly negative vision of psychical researchers in The Plague Court Murders (1934), for example. The psychic researcher is a vicious fraud who exploits gullible people for money, and is as creepy as the alleged ghost in the tale.

Carr's supernatural scenes tend to evoke the horrors of history. In The Plague Court Murders the menace is a hangman's assistant from the 1600's Newgate Prison. Carr evokes all the horrors of 17th century prisons, capital punishment, and the plague. The purported supernatural menace of the novel is that the ghost of this boogie man has come back, and is pursuing the characters of the novel - at night of course, and in the decaying old house of the title. This is plenty creepy, even overwhelmingly so, without Carr having to stress much supernatural mechanism. Villains in Carr novels tend to be disasters from the past come back to haunt the present. Carr's work does not contain a tremendous political charge. But it tends to invoke the idea of progress - we know that history was full of really bad old institutions that are now gone, and Carr dredges them up to chill us. Other early Carr books are dominated by motifs of ancient prisons as well: Hag's Nook (1933) takes place in the ruins of England's first detention prison, and The Mad Hatter Mystery (1933) in England's most famous prison, the Tower of London. Later Carr will deal with modern defects of the judicial system: corrupt police in Death-Watch (1935), and a hanging judge in Death Turns the Tables (1941).

Carr's fiction is rich in the complex buildings loved by Golden Age writers. The first half of Castle Skull (1931), Carr's third novel, offers superb scene painting of the Rhine River in Germany, and of two elaborate buildings on it, a country house mansion, and across the river from it, a restored Castle. Both buildings are outré to the max. Carr is very good at imagining their ornate and ominous furniture, carpets, wall hangings and rare objets d'art, in a tradition that goes back to Poe. Carr has vivid descriptive skills. The reader has a "you are there" feel, whether Carr is evoking the houses, the river, the eccentric characters, or the storm at night. The book which introduces Dr. Fell, Hag's Nook (1933), does a similar vivid job recreating the Fen Country. This is Carr's first novel set in the English countryside, and one of his first with an English detective. The middle section (Chapter 8 to the start of Chapter 14) of Carr's first mystery novel, It Walks By Night (1930), has a rich Parisian atmosphere. While the opening and closing sections of this book are full of an overdone horror, these middle sections give an indication of Carr's great talent to come. Carr describes two houses set in the Paris suburbs in these middle chapters. His description of the lights of Paris and these houses by twilight, by night and in the rain is especially rich. There is also considerable delicacy in the depictions of the characters' emotions.

Carr's novels have a uniformity of approach: they tend to be complexly plotted formal detective stories; and of tone: an eerie atmosphere. Because of this they are instantly recognizable as Carr's work. But these similarities tend to disguise and obscure the sheer variety of subject matter in Carr's books. For example, there is a startling gap between Death-Watch, a set against a realistic background of the politics of police corruption in London, and Castle Skull, which is a baroque Gothic tale of revenge at a magician's castle in Germany. And unlike many historical novelists, such as Georgette Heyer, who found one favorite historical period and stuck with it, each of Carr's historical mysteries is set in a different time period.

 

Carr's Techniques

 

The basic pattern of Carr's novels seems to be based on Gaston Leroux's French novel Le mystère de la chambre jaune (1907) (The Mystery of the Yellow Room). That famous book contains not one, but two impossible crimes. Like Carr's works, it has an eerie atmosphere. Much of the book is set at night, and is full of horrifying menace. Leroux's storytelling technique is similar to Carr's, in that it is heavily plot oriented. Leroux's detective sets out right away to investigate the crime, and the book contains little that is not directly related to the mystery and its detection. Like Carr, Leroux manages to cram a truly vast amount of plot material onto each page. Appropriately, Leroux is mentioned in Carr's first novel, It Walks By Night (1930). This book is set in France, like Leroux's novel, and has a French detective, Henri Bencolin. Carr will later choose Leroux's book as one of the ten best mystery novels of all time.

Carr's impossible crime technique was strongly influenced by G.K Chesterton. His series detective Dr. Fell is an affectionate pastiche of Chesterton.

Carr's work reflects other authors, as well. The "older detective solving the case while the young man narrator has adventures and finds a love interest" paradigm derives from the books of R Austin Freeman, such as The Eye of Osiris. This pattern is already present in Carr's first novel, It Walks By Night, and it will persist throughout his entire career. Chapter 13 of It Walks By Night also contains a small scene set in a lane next to a garden in which a murder has been committed. The country lane, complete with hedge, immediately recalls a setting much used in Freeman's books. So does the use of classical detection in this scene: Bencolin examines tire tracks and footprints, make deductions from them, and finds the murder weapon.

Both Castle Skull (1931) and Death-Watch (1935) split into halves, with the first half of each being the initial investigation, the second half being the follow up and solution. In both books, the split comes at virtually the mathematical center point of the novel, in terms of the number of pages. It is hard to believe that Carr did not consciously plan the books this way, with a mathematical precision of design that recalls Emily Brontë. In each book, the initial investigation starts at night, and ends when the detective characters give up and go to bed. The second half of each novel begins at the sunny start of the next day, and is much more diffuse than the first half, which concentrates on a single continuous investigation. In both books the first half is a gripping piece of storytelling, but the second half generally disappoints. (For reference, in Castle Skull the first half is Chapters 1 - 10, while in Death-Watch the first half consists of Chapters 1 - 11, while Chapter 12 consists of a summing up of the initial investigation, with Dr. Fell listing five unanswered questions: what Carolyn Wells called a tabulation.)

The article on J.J. Connington describes how Connington's techniques of plot construction may have influenced Carr. Connington used the mathematical concept of the "permutation" in The Case With Nine Solutions (1928), and somewhat similar permutations pop up in Carr's Locked Room Lecture. Carr particularly admired Connington's "sheer brain power", as he referred to it in "The Greatest Game in the World", and he also became a close friend and collaborator with John Rhode, creator of mathematician detective Dr. Priestley. Carr had trouble with math in school, and comic mathematicians turn up in such Carr works as The Cavalier's Cup. Yet Carr also had a deep respect for mathematics, and it plays more of a role in his works than is initially apparent.

Carr's stories, which often focus on exploring the aftermath of sinister crimes committed at night, recall in approach those of Anna Katherine Green, who he read extensively as a child. There is little fake supernatural atmosphere in her books, but there is plenty of a feeling of nocturnal horror. (Although Green did occasionally write stories with a mock supernatural appearance, for example, "The Gray Lady" in her collection Masterpieces of Mystery.) Douglas G. Greene has pointed out the similarities of a plot element in Carr's "The Gentleman From Paris" (1950), and an episode in Green's The Leavenworth Case (1878). Carr's childhood reading of Green finds other echoes in his work: his radio play "Cabin B-13" deals with a situation similar to her "Room No. 3", while it finds a very different solution, and his "The Door to Doom" (1935) recycles plot material from Green's "The Staircase at Heart's Delight" (1894). (See the article on Sir Basil Thomson for a discussion of "Cabin B-13" and its predecessors.)

 

Carr and the Realist School

 

Although he later became very different, such early Dr. Fell novels (1933 - 1935) as Hag's Nook (1933), The Mad Hatter Mystery (1933), and Death-Watch (1935), seem to be Carr's attempt to write books in the Realist school tradition. This school dominated British mystery fiction in that era. Some points in common with the Realist school: Dr. Fell is a scholar, although he is more humorous and less scientific than such Realist school savant detectives as Dr. Thorndyke and Dr. Priestley. He is also 100% British, like the other Realist school detectives, and unlike Carr's earlier French sleuth Henri Bencolin. Several of Carr's early Dr. Fell novels deal with alibis and timetables, the favorite subject of the Realist school. In the first Dr. Fell book, Hag's Nook, the solution of the plot depends on the "breakdown of identity" approach favored by the Realists. Similarly, the travel writing in books like Hag's Nook (and the earlier Bencolin novel Castle Skull) can be seen to be Carr's version of the "background" that was so important to the Realists. The Fen country setting of Hag's Nook was a favorite of the Realist school, showing up in the Coles' "Superintendent Wilson's Holiday" and Sayers' The Nine Tailors. The Mad Hatter Mystery takes us behind the scenes at a real place, the Tower of London, in the "background" tradition. And when Cousin Herbert starts tooling around the English countryside on his motorbike in Hag's Nook, he is indulging in the Realist school's favorite mode of transportation, one that appears in such works as Crofts' The Pit-Prop Syndicate (1922), the Coles' Murder at Crome House (1927) and Sayers' "The Cat in the Bag". The clues in rhyme that show up in Hag's Nook seem distinctly un-Carrian; they recall the verse in Sayers' "Uncle Meleager's Will" (1925).

With The Plague Court Murders (1934), his first novel featuring his other series detective, Sir Henry Merrivale, Carr will commit himself to the Impossible Crime, and take a radically different road, that of the intuitionist, Chesterton based school. As Douglas G. Greene has pointed out, with The Hollow Man (1935), Dr. Fell will be retooled as a specialist in impossible crimes as well, something not part of his original characterization. The experiment with Realism will be just a brief phase in Carr's career. Carr's early Fell books have aspects of a young writer trying to adapt himself to a popular tradition, Realism, while coming out of an intuitionist, Chesterton tradition that is fundamentally different. Carr's plot solutions in subsequent early Fell books like The Mad Hatter Mystery and Death-Watch seem to come more out of the Chesterton tradition, favoring rearrangements in time and space, rather than the Realist school's "breakdown of identity" he used in Hag's Nook. And Carr's lyrical, emotionally rich travel descriptions seem a long way from the analytical depictions of social and technical institutions found in Crofts and the other Realist school writers. They instead seem part of an atmospheric mise-en-scène. Carr is not the only intuitionist, Chesterton based writer to go through a brief Realist phase: Agatha Christie experimented with Realist traditions around 1925 - 1926.

Carr will not entirely abandon Realist school traditions. Nine - And Death Makes Ten (1940), deals with science and fingerprints, a subject linked to the Realists since R. Austin Freeman's The Red Thumb Mark (1907). Just as in Freeman's novel, Carr's book contains thumb prints in blood, prints that are not what they seem, although Carr's solution is very different from Freeman's. The book contains a vivid Background, this time of a munitions ship in wartime, and uses other Realist techniques in its plot solution. Carr intermixes these Realist concepts with the Impossible Crime tradition in this novel, so the book is hardly a pure example of Realist School writing. Several other of Carr's works circa 1940 also use scientific ideas in the solution of their impossible crimes.

One might note that Carr's reputation as a detective writer was not made with his early, extravagantly gothic Bencolin novels (1930 - 1932), nor with the impossible crime stories of 1934 - 1945 on which so much of his current reputation rests. Instead, Carr became famous when Dorothy L. Sayers praised his The Mad Hatter Mystery (1933) in a rave review. Sayers was one of the main leaders of the British Realist school, and she especially admired this book, a product of the brief era of Carr's adherence to Realist school traditions


http://www.cinairoman.com/forum'DA

ÜÇ TABUT KİTABI ÜZERİNE TARTIŞMALAR


http://www.cinairoman.com/forum/viewtopic.php?f=38&t=385&st=0&sk=t&sd=a


 purple yazmış:

Kitabı diğer klasik romanlardan ayıran bir özelliği belirledim.
Dr.Fell,klasikpolisiyede, kapalı odada cinayet işlemenin yolları ile kapıların sanki içeriden kilitlenmiş gibi durması için başvurulan çareleri sıralamış.

Bu,bundan sonra okuyacağımız klasik polisiyelerde bize ışık tutacaktır.


amaninbe yazmış:

ben beğendim uc tabut'u. kapalı oda numaralarının sıralanması guzeldi tabii, sonra da yazarın bizi bir veya da iki kapalı oda esrarıyla bırakması. bu tur için hakikaten kapsayıcı bir kitap, hiç duymadığım kapalı oda esprilerini de okumuş oldum. dickson carr her seferinde zamanla ya da mekanla oynamak zorunda, dolayısıyla okurken insan bunu bekliyor, carr bize en başta sekreterin tamamen doğru ifade verdiğini belirtiyor, çatıda da ayak izi bulunmuyor. bu cinayetin işleniş şeklinde nereye bakılması gerektiğini belli ediyor. bir de tabii sokaktaki cinayeti incelerken fell'in gozunun takıldığı şey. katilin kim olduğunu tahmin etmek o kadar zor olmayabilir ama cinayetin işleniş şeklini tahmin etmek imkansız. sanırım bu tur polisiyenin zevki de burada. yoksa karakterler oyle çok da fazla uç boyutlu anlatılmıyor.
ama kitabın sonlarına doğru yazar buraya kadar tum ipuçlarını gordunuz hadi bakalım siz de tahmin edin dediğinde biz hiç de fell ile aynı konumda olmuyoruz.
her neyse benim merak etttiğim acaba tum kapalı oda ihtimallerinin sayısı kaç olabilir, daha kaç çeşit esrar yaratılabilir?
christie her daim sebepler uzerinden giserken, carr'ın temel amacı bu cinayet nasıl işlendiye varıyor, dolayısıyla carr okurken katili tahmin etmenin hiç bir anlamı yok onemli olan cinayetin işleniş biçimini çozmek, ben çozemedim vallahi.
bir de okuduğum diğer fell hikayelerine nazaran fell'in olaylara en çok müdahil olduğu hikaye buydu diye dusunuyorum.
adam tabloyu satın alıyor, nedenini sonra da ogreniyoruz. ama neden gidip aynı işlevi gorecek başka bir tablo satın almıyor da fell'in kolayca hikaye yazmasına neden olacak o tabloyu alıyor? bu bana acayip gereksiz geldi, geçmişiyle ilgili bi suru şeyi yokeden bir adam bunu neden bu kadar açık edecek bir şey satın alsın, etrafındakii herkesin ozellikle de ressamın butun dikkatini çekiyor. ve o tablo olmasa, cinayetten once sihirbazın bara gelip de anlattıkları boyle kapsamlı bir hikayeye donuşmeyecek. carr belki de fell'in hikayeyi tamamlaması için buna mecbur kaldı, ama bunu kurguda aksayan tek şey olarak da almak mumkun. bunun dışında bi sorun yok bence.

wallander  yazmış:

Klasik Polisiyeler beni bir süre sonra genellikle sıkmaya başlıyor. Aynısını Üç Tabut'ta da hisettim. Ancak bu kitabı kötü buldum anlamında söylemiyorum, sadece bana biraz fazla uzun geldi. Bence 50 sayfa kadar daha ince olsa daha iyi olurdu. Nedeni de şudur (bana göre tabii!:D ):

Klasik Polisiyelerde okuyucu olayı dışarıdan seyreden biridir. Karakter tasvirleri az olduğu için kendini kahramanın yerine koymaz, onu hisetmez, onu sadece izler. Buna bir de Amanınbe'nin dediği gibi, kahraman ile aynı bilgiye sahip olmamak eklenince, okuyucu için durum daha da zorlaşıyor. Üç Tabut'ta da Dr.Fell sürekli herşeyi bildiğini söyler, oysa okur daha hiç bir şeyin farkında değildir. Bir de okuyucu sürekli ayrıntıları aklında tutması gerekiyor ki, dolayısıyla sürekli beyin cimnastiği yapmak zorundadır. Oysa ben rahatlamak için okuyan biriyim. Her neyse bunlar şahsi görüşlerim!

Gelelim Üç Tabut'a:
Bence Carr bize son derece başarılı bir kapalı oda cinayeti sundu. Kitabın sonunda yer alan açıklama mükemmeldi. Ve elbette bende katili bulamamıştım. Gerçi benim adayım Mis Dumont idi ve bu açıdan kısmen doğru sayılır. Ama motifi yanliş tutturduğum için olmadı (kadını ölen kardeşinin sevgilisi olduğunu ve bu yüzden Grimaud'dan öç aldığını düşündüm.). Kapalı oda esrarını ise, çözmeye başlayamadım bile.

Dolayısıyla kitap amacına ulaştı, beni her türlü yanlış yola götürdükten sonra, benim ne kadar aptal :lol: düşüncelere sahip olduğumu yüzüme vurdu :D .

Eleştirebileceğim tek şey Dr.Fell'in sürekli "ben biliyorum" "ben çözdüm" "o değildir" gibi lafları söylemesi oldu. Bununla beraber Hadley karakterinin "aptal polis" gibi bir role sahip olmaması ve Dr.Fell'in "şişman" olup, mükemmel dedektif rolünden uzak olması ayrıca hoşuma giden özellikleriydi.


dr.fell yazmış:

Ama grimaud,zaten ressamın dikkatini çok önce, o resmi ilk gördüğünde verdiği tepkilerle çekmişti.. hatta bu sayede adamın kendisini daha yakından incelemesine sebep olmuştu.. Bana kalırsa, gidip o tabloyu satın almasının bi anlamı var. Bence bu şekilde, birden bire duvardaki bütün rafları kaldırıp yerine kocaman bir tablo asmak istemesine -saçma da olsa- bir açıklama getirebilirdi.
Belki de birdenbire hertarafı kitaplarla kaplı bir kütüphaneye, kitapların çoğunu kaldırıp duvarlardan birini kaplayacak büyüklükte bir tablo asmak istemesi garip gelecekti herkese.. ve o tablonun arkasında başka şeyler arayacaklardı, olaydan sonra.
Böylece, -hastalıklı bir düşünce gibi de gözükse bir anlam yüklemiş oldu bu hareketine. Sonuçta tablonun,aslında başka bir şeyi perdeleyecek bir paravan olduğu kimsenin aklına gelmedi. Fell'in bile aklına, bu ihtimal sonlara doğru geldi. Aslında Fell'in, en başlarda adamın hikayesini hemence yazıvermesi daha da yutulması güç bir şeydi. Resmin veya sihirbazın söylediklerinin de çok az rolü olmuştu bunda. şöminenin üstündeki ambleme, bikaç kitaba ve bizon heykeline bakarak tüm o hikayeyi yazması inanılmazdı gerçekten. Holmes'un da buna benzer birçok performansı olmuştur mesela.. ama gerçekten kitabın oluşturduğu ürkütücü ve gotik atmosferin içinde bunlar çok ta göze batan unsurlar değildi.
Ayrıca sonradan farkettim ki, kapının karşısındaki duvarı boşaltmasının başka bir sebebi daha varmış. Tablo,aslında iki amaca birden hizmet ediyormuş. Gerçekten çok başarılı, ve detaylı bir kapalı-oda (daha doğrusu 'imkansız cinayet') gizemi oluşturmuş Carr. Aslında bir değil iki tane. ve o kadar çok yan detayı var ki kurgunun, çok zorlayıcı bir etki yapıyor zamanla ve tüm bu detaylar insanın üzerine üzerine gelmeye başlıyor. Hani, fazla 'uzatılmış' bulunuyor ya kitap; bu kadar komplike ve çok sayıda detaylarla örülmüş bir kurgu için kitabın bu temposunun uygun olduğunu düşünüyorum ben. Üzerimize bombardıman gibi yağan bu detayların hazmedilebilmesi için zaman zaman bu "uzatılmış" sekansların gerekli olduğu gibi bir fikrim var. Bütün bu karmaşa, bir de günümüzün amerikan kurgularında olduğu gibi yüksek tempolu bir anlatımla sunulsaydı hakikaten yorucu ve bıktırıcı olurdu bir süre sonra. Bu janra özgü lezzet biraz da, komplike kurguların, durağan bir gerilimle yoğrulmuş atmosferik anlatım ve öyküleme tarzından gelmektedir.
Bir de bu klasik polisiyelerde, yazıldıkları dönem içinde oluşturulmuş bir uzunluk standardı söz konusu. Daha sonra geçerliliğini kaybediyor zamanla belki, ama bu dönem içinde içinde yazılmış neredeyse tüm polisiyelerde aşağı yukarı aynı sayfa sayısına rastlanıyor. Klasik polisisyeler içinde bunun tek -veya en bilinen istisnası ise Aytaşı (The Moonstone) Gerçekten hayli hacimli bir kitap. Keşke imkan olsa da bu kitap ta okunabilse burada..
Neyse Üç Tabut'a geri dönecek olursak, kitaptan bir soruyla tartışmaya biraz hareketlilik getirmek istiyorum. Agatha Teyzeyle, Carter Amcayı biraraya getiren,tam klasik polisiyecilere göre bir soru:
Şu Fell'in meşhur kapalı-oda teknikleri dersinde saydığı maddeleri hatırlayın.hatta o kısam tekrar bi göz atın.sayfa 170lerde olması lazım.Bu metodlardan iki tanesini Agatha Christie de iki kitabında kullanmıştır(daha fazla bile olabilir,ama benim gözüme ikisi çarptı) Aslında Christie bu türde eser veren bi polisiyeci değildi. çok nadir başvurduğu oyunlardan bunlar. Bir de Noel'de Cinayet te buna benzer bi hileye başvurduğunu hatırlar gibiyim ama net olarak aklıma gelmiyor oradaki metod. o yüzden onu eleyeyim. bunun dışında iki kitabında kapalı-oda triklerine başvuruyor ve Dr.Fell bu verdiği seminer esnasında bunları da sayıyor.
Bunlar hangi maddelerde geçiyor, ve hangi iki kitap?
Maddeleri açıklayabilirsiniz ama kitap isimlerini 'spoiler'lı alalım.

amaninbe yazmış:

bu kitabın aslında bi çeşit meydan okuma olduğunu da dusunuyorum, kurgusu gerçekten zorlayıcı, bu da yetmemiş çozumu zor bir cinayet uerie cozumu sor iki cinayet eklemiş yazar. bunlar da kesmemiş kendisini, bi de oturup olası bir suru kapalı oda numarasını saymış kitapta. bu da ne demek, bak bu kadar yontem var, ama cevap burada değil, ben bunların da dışında bir yontem buldum. gerçekten meydan okuyor bence.
bi de merak ediyorum, acaba yazarımızın evinde çeşitli kilit ve oda maketleri falan mı var? mesela gelmiş geçmiş en buyuk sihirbaz olan houdini, uzun sure kilit fabrikasında çalışmış. hayatının anlatılşdığı bi film vardı, tony curtis oynuyordu, houdini kendini çelik kasaların içine kilitleyip içerden çıkmaya çalıştığı için işten atılıyordu. belki dickson da kurduğu fantezilerini evinde deniyordur, olamaz mı ki?

maigret yazmış:

Romanı övüldüğü kadar iyi bulmadım. Fazla iddialı olduğu için belki de.
Yazar ilk paragraftan itibaren, bir meydan okuma gibi sunuyor muammayı. Ve ilk paragraftan başlayarak, okuyucuyu yanıltıyor aslında: Ölümlerin sırası konusunda en azından.
Dikkatli polisiye okurları, bu epey iddialı romanda birçok gedik olduğunu belirtirken, romanı bir tür başyapıt olarak görmekten de geri kalmıyorlar; netten edinebildiğim izlenimlere göre.
Ben de, kar izlerinin epeyce irdelendiği romanda, kar değil de KAN izlerinin nasıl sorun yaratmadığına takılıp kalmıştım, hatırladığım kadarıyla. ......
Neyse..
Romanın ilk bölümleri, sunduğu atmosfer dolayısıyla epey vaatkar. Tekinsiz bir havası var. Muammanın sunuluşu, gelişip serpilmesi, geçmişe uzanan öyküsü doyurucu.
Çözümün sunuluşu ise, bir o kadar rahatsız edici. Keşke bu kadar karmaşık bir muamma hedeflenmeseydi de, virtüözite gösterisine kurban gitmiş gibi bir etki bırakmasaydı.
Özetle, fazlaca karmaşık bir muamma beni romandan soğutuyor. Öykülemeye, karakter gelişimine daha çok önem veriyorum.
Yine de, bir imkansız cinayet ile bir kapalı oda cinayetini, tek bir romanda, türün usta bir yazarının, bir ustalık gösterisi olarak okumak, romanı bu şekilde değerlendirmek gerektiğini düşünüyorum.

exponentia yazmış:

Kitabın çevirisi ve düzenlemesi vs. inanılmaz aceleye getirilmiş gibi geldi bana. Diyaloglarda kim hangi cümleyi söylüyor; hepsi birbirine karışıyor. Ben bunları mı çözeyim, yoksa muammaya mı odaklanayım bilemedim. Elim ayağıma dolandı dersem yeridir. :P

1. Carter Dickson okurken yorulduğumu itiraf etmeliyim. Özellikle de bu kitabını. İpucu ve muamma sayısı çooook fazla. Aklımda dahi tutamadım kimi yerlerde, dönüp bir daha okudum. Benim çözümleme becerilerimi aştı; fazla komplike geldi bana. O kadar ki, çözüm kısmında bile yine tam olarak anlamadığım yerler oldu. Mesela şu ayna hilesini on kere okumama rağmen, (belki burada korkunç çevirinin de parmağı vardır) kapı hangi eksende nereye doğru dönüyor, açılmış mı açılmamış mı, Grimaud aynanın önündeyken işbirlikçisi neden kapının koluna uzanmış... Yani bir türlü gözümde canlandıramadım. Tükendim resmen! :(

2. Hadley karakterine çok kanım kaynadı. Adam 'boş adam' değil bir kere :) Yani - bu kitap için konuşursak - Dr. Fell'den daha çok, bana o keyif verdi.

3. Fell'in kapalı oda muammaları üzerine incelemesi çok aydınlatıcıydı. Her ne kadar 'kitabın en heyecanlı yerinde olayı bölüyor' eleştirisine katılsam da; polisiyeye gönül verenler için önemli bir pasaj bu. Ara ara başvuru kitabı gibi kullanılabilir ve açılıp bu kısım okunabilir. (En iyisi o sayfaya fosforlu bir post-it yapıştırayım ben :) ) Bu açıdan bakınca, Mükemmel Cinayetler'deki cinayetlerin estetik açıdan puanlanması sistematiği gibi. Cinayetler üzerine teorik incelemeler. :D

4. İlgimi çekti; Carter Dickson bir noktada Ellery Queen romanlarından bir tanesinde süper bir hile olduğunu ama - tabiri caizse - 'spoiler' vermemek için bunu açıklamayacağını söylüyor. Soru 1: Bu hangi Ellery Queen kitabıdır? Soru 2: Neden Ellery Queen için böyle bir düşüncelilik örneği gösterirken aynısını Sarı Odanın Esrarı için yapmamış? Resmen kitaptaki cinayeti tüm ayrıntılarıyla anlatıyor, "a-ha Sarı Odanın Esrarı!" dedirtiyor okuyucuya, yetmezmiş gibi sonra da kitabın adını veriyor! Sarı Odanın Esrarı'nı okumayan bu kitabı okumasın derim. Bu arada verdiği örnekler muhtelif çağrışımlar yaptı. Mesela buzdan yapılmış delici bir silah ile işlenen cinayet ve cinayet silahının ilerleyen saatlerde eriyerek yok olması temasını CSI:NY bölümlerinden birinde kullanmışlardı.
Cinayet gibi gösterilen intiharlar kısmındaki silaha lastik bağlanması ve silahın elden kurtulduğu anda lastik yardımıyla uzaklara fırlatılması ise elbette ...idi.

5. Maigret'e katılıyorum. Kan izi ile ilgili kısım benim de aklıma takıldı. Ağabeyi tarafından vurulan Fley, kendisini sokağa atıyor ve sokağın ortasına kadar koşuyor. Ama bu arada çılgın gibi kan kaybetmekte olduğunu nedense unutuyoruz. Zira adam sokağın ortasında yığılıp kalınca insanlar onun oracıkta öldürüldüğünü sanıyorlar. Peki ya, çılgın gibi kan kaybetmekte olan bir adam, arkasında kan izi bırakmadan evinden sokağın ortasına kadar nasıl ilerleyebilir? Zira eğer kan izi olsaydı, adamın oracıkta vurulmadığı, aslında evinde vurulduğu kolaylıkla anlaşılabilirdi.

6. Kitapta en komik bulduğum kısım ise, belli bir bölüm bittikten sonra koca koca harflerle "DEDEKTİF OLABİLİR MİSİNİZ?" yazmasıydı. Altındaki açıklamada da gerekli tüm ipuçlarının o noktaya kadar (ki burası doğru değil - zira o noktadan sonra da pek çok önemli ipucu vardı) sırasıyla verildiğini anlatan ve bize meydan okuyan bir paragraf var. :lol: :lol: :lol: Ay, hakikaten çok güldüm. Bu da bizimkilerin icadı mı acaba? Tıpkı yabancı dil ders kitaplarındaki egzersizlerin üzerindeki açıklamalara benziyor: "ÜLKELERİN BAŞKENTLERİNİ BULABİLİR MİSİNİZ?" gibi. :lol: :lol:

Netice itibariyle; özellikle kapalı oda hilelerinin listesi göz önüne alındığında önemli bir klasik polisiye. Tüm polisiye severlerin okuması gereken bir eser. Yine de kişisel beğeni bakımından, gönlümde çok çok iyi bir yere gelemediğini belirtmeliyim

 
   
Bugün 20 ziyaretçi (28 klik) kişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol